CaZaN.OvA
Mesaj Sayısı : 176 Doğum tarihi : 18/02/91 Kayıt tarihi : 31/03/09 Yaş : 33 Nerden : Bursa Ruh HaLim : Tuttuğu takım : Rep Gücü : Dikkat : Kazan Kova xD
Güç Sistemi AktifLik: (0/0) Başarı Puanı: (0/0) GüçLüLük: (0/0)
| Konu: Taha Akyol ( 1946) Cuma Nis. 17, 2009 7:35 am | |
| 1946 yılında Yozgat’ta doğdu.Fatma ve Mustafa Akyol’un oğlu.Yozgat Lisese ve İÜ Hukuk Fakültesi’ni bitirdi.1977 yılında Hergün gezetesinde yazar olarak mesleğe başladı.MHP yönetiminde bulundu.12 Eylül 1980’den sonra yargılandı ve beraat etti.Yankı dergisinde Tercüman, Meydan ve Milliyet gazetelerinde çalıştı.Evli ve iki çocuk babası.Halen CNN Türk Genel Müdürü.
ESERLERİ Politika’da Şiddet, Tarihten Geleceğe, Sovyet Yayılma Stratejisi, Azerbaycan, Sovyetler ve Ötesi,Haricilk ve Şia.
GÜNDEM
Sokak ve siyaset Taha Akyol Milliyet 12 Nisan 2001
SOKAKLARDAKİ öfkenin sebebi belli: Ekmek kavgası... Demek ki, "birinci tehlike ekmeğin küçülmesi" imiş! Türkiye'yi içeride huzurlu ve barışık tutacak birinci faktör de "ekmeği büyütmek"tir. Halbuki Türkiye yıllardan beri siyasi kavgalar yaparak, bütçeden kişilere ve kitlelere ulufeler dağıtarak, irtica paranoyasıyla yatıp kalkarak ekonomiyi göz ardı etti, ülkeyi yönetebilir bir siyasi yapının oluşturulmasını bir türlü gündemine alamadı. Bir yargı organı başkanının, özelleştirmeye karşı, "Atatürk ülkeyi satıp savarak kurtarmadı!" diye konuşması, kafa karışıklığının vecizesi idi adeta! Siyasi sistem de, ekonomik sistem de karışık bir halde uzun süre devam edebilir miydi? Ve işte ekonomi çöktü, siyaset perişan! * * * HÜKÜMETİN istifasını haykıran kitleler, mağduriyetlerinden dolayı "haklı"dır, ama rasyonel açıdan "isabetli" değildir. TOBB'un toplantısında "Parti ve Seçim yasalarının değiştirilmesi" de istendi. Bu da haklı... Ama yeterli mi? "Lider sultası kırılsın!" doğru... Ama, "tercih" sistemi ya da "dar bölge" sistemi ile her milletvekili başına buyruk hale gelirse, Meclis'te yasa çıkarmak için gereken çoğunluğu nasıl bulacağız?! Bugün "liderler Meclis'te otursun, yasaları çıkartsın" demiyor muyuz?! Hem bize çok benzeyen Fransa'da da bu "özgür milletvekili" sistemi denenmiş, çok kötü sonuçlar verdiği için vazgeçilmişti. Kavgalı 6 tane parti yerine, milletvekili öbeklerinden oluşan 'anarşik' ve çalışamayan bir Meclis ortaya çıkmıştı. Ekonomide Kemal Derviş'e programını uygulaması için avans verilmelidir. Ondan sonra, siyasi reform için, disiplinli büyük partiler çıkarmanın yolunu bulmalıyız. * * * TEK başına iktidara gelebilecek büyük bir karizmatik lider çıkmayacaksa, bugünkü hangi lider gitse onun yerine gelecek olanı da "sistem" kendine benzetir! Düşünün, sağda solda kaç 'yeni' lider geldi, geçti? Sağı ve solu toparlayacak bir sistemi kurmak zorundayız. Çünkü temel siyasi sorunumuz, 1925'ten, hele de 1960'tan beri partileri kapattığımız için, siyasetimizin parçalanmış, kurumlaşamamış, aşiret düzeyinde kalmış olmasıdır. Fransa'da da böyle idi ve 1958'de iç savaşın eşiğine gelmişti. Herkes görmüştü ki, "yeni bir sistem" lazım! Bunu biz de görmeliyiz artık! Fransa'yı kurtaran "Yarı Başkanlık" sistemi ve ona bağlı "partiler arası ittifak" oldu. Önemli icra yetkileri olan cumhurbaşkanını halkın seçmesi için, sağ sağda, sol solda "ittifak"lar oluşturdu; parçalanmışlık ortadan kalktı. Fransa düzlüğe çıktı! Başkanlık sistemi de düşünülebilir ama çok köklü bir değişiklik anlamına geleceği için zordur. Ülkemizin iyi yönetilmesini istiyorsak, "yöneten demokrasi" sistemlerinden birine geçmeliyiz... Tabii önce ekonomi...
YORUM Küreselleşme, İslam, Kemalizm Taha Akyol Milliyet 6 Haziran 2001
BİLGİ Üniversitesi'nde Thomas Friedman konferansından bir anekdot... Friedman Mısır'a gittiğinde önde gelen işadamı, gazeteci ve bürokratlarla konuşmuş, küreselleşmeyi anlatmış... Bazıları "anladık" demişler: - Evet, küreselleşme çok önemli, dışında kalmamalıyız. Ama çok hızlı gidiyor. Bizim gibi ülkelerin yetişmesi için biraz yavaşlatın! Friedman diyor ki: - Ama küreselleşmenin bir şoförü yok ki! Küreselleşme bir yerden yönetilmiyor. Başta teknoloji olmak üzere, kendiliğinden dinamiklerle gelişiyor... Bilgisayarı, laboratuvarı, iletişim ve ulaşım araçlarını yavaşlatabilir misiniz?! Mısırlıların sorusu, toplumsal dinamikleri birtakım 'odaklar'ın planlayıp yönettiği düşüncesine dayanıyor... İsterseniz buna 'emperyalizm' diyebilirsiniz! * * * FRİEDMAN ise, insanların önceden planlamadığı, hatta öngörmediği sosyo ekonomik ve özellikle teknolojik faktörleri vurguluyor. Gerçekten, sanayi devrimini kimse planlamamıştı! Yirmi yıl öncesinde kimse küreselleşmeden bahsetmiyordu! Gerçi Bolşevik devrimi önceden planlanmış, militan bir örgüt zorla topluma egemen olmuştu. Ama teknoloji ve iletişim gibi 'kendiliğinden' dinamiklere yenik düştü. Onun için, "toplum mühendisliği" denilen devlet zoruyla toplumu zoraki bir kalıba dökmeyi amaçlayan bütün sağ ve sol Jakoben ideolojiler, bu kendiliğinden toplumsal dinamikler karşısında gerilemektedir. Ekmeğimiz artık devlet kapısından ve doğal yağmurdan ziyade kafaya bağlı hale geliyor. İletişim devrimi sayesinde değişik kültürlerin ve özgürlüklerin farkına varıyoruz. Böylece "birey" kendine özgü zevklerin, dini, felsefi, kültürel etnik aidiyetlerin farkına varıyor. * * * HALBUKİ, eskiden sadece devletlerin verdiği "tek resmi aidiyet" tanınırdı. Farklı ara kademe aidiyetler ve onların dernekleri, vakıfları, cemaatleri yasaktı. Bir "devlet", bir de "devlete ait vatandaş" vardı. Onun için, "cumhuriyetçilik" vatandaşların "vazifeler"ini vurgulayan bir felsefedir. Demokrasi ise vatandaşların haklarını vurgular... (David Miller, Citizenship and National Idendity, sf. 53 vd.) İşte İran'da "İslam Cumhuriyeti"nin tarif ettiği vatandaş tipinden farklı, 'küresel' tipler ve talepler ortaya çıkıyor: Vitrinler renkleniyor, pop müziği ve feminizm yayılıyor. Abdülkerim Suruş gibi büyük bir liberal İslamcı düşünür "İslam'da hep vazifeler vurgulandı, artık haklar vurgulanmalı" diye yeni bir açılım getiriyor. (R. Wright, The Last Great Revolution, sf. 32 vd.) Çok daha gelişmiş bir ülke olan Kemalist Türkiye'de ise, sosyolojik anlamda ara kademe aidiyetleri olan Kürt, Alevi ve İslam kimliklerini eskisi gibi yok sayamıyoruz ama ne yapacağımızı da bir türlü formüle edemiyoruz! Dev bir soru: Milli devletin gereği olan "vazifeler"le küreselleşme çağının getirdiği "haklar"ı nasıl yeni bir sentezle mecz edeceğiz? Bu dev soruna bir formül bulmadan milli gelirimizi 30 bin dolara çıkarmak gibi 'teknik' bir işimiz bile çok zordur.
XXXXXXXXXXXX
YORUM YORUM YORUM
Zayıf partiler Taha Akyol 7 Haziran 2001
STRATEJİ MORİ adlı araştırma şirketinin bulguları önceki gün CNN TÜRK'te Mehmet Ali Birand'ın "Manşet" programında yayımlandı: Partilerimiz sadece ufalanmış değil, mevcut seçmen tabanları da çok kaygan. Bir kısım seçmenler yine geçen seçimlerde oy verdikleri partiye oy verecekler, bunlara "sadık seçmen" diyorum. Diğerleri ise oylarını değiştirmeye niyetliler, bunlara da "değişken seçmen" diyorum. İşte tablo:
PARTİLERİN OY TABANI (%) Parti Sadık Değişken DSP 24 76 ANAP 40 60 MHP 40 60 CHP 56 43 DYP 58 42 FP 66 35
* * * TABLO gösteriyor ki, DSP ve ANAP gibi yeni partiler henüz yeterince kökleşememiş. Hele de DSP, cam bir vazo gibi, kırılırsa toparlanması çok zor olur. DYP ve CHP köklü partilerdir. Derinlere giden ortak hatıraları, duyarlıkları, gelenekleri güçlüdür. Çok yükseklerden düşmüş olsalar da, sadık bir tabana sahipler. En dayanıklı taban, FP'de... Hem 1970'lere giden bir derinliğe, hem ideolojik dayanıklılığa sahiptir, iyi örgütlüdür. Bu tür partiler dayanıklıdır ama zor büyürler. MHP de 1960'lara uzanan bir derinliğe sahiptir, iyi örgütlüdür. FP kadar olmasa da ideolojik dayanıklılığı vardır. Buna rağmen, tabloya göre, yüzde 60 seçmeni 'değişken'dir! Çünkü, MHP'nin son seçimlerde aldığı yüksek oyların hepsi "ülkücü" (sadık seçmen) değildi. ANAP'tan, DYP'den ve FP'den çeşitli sebeplerle kopmuş, 28 Şubat'a da tepki duyan 'yeni gelme' seçmenlerdi. Bunların "değişken" olması normaldir. * * * TABLO siyasi hastalığımızın tam bir röntgenidir. Köklü, gelenekli kitle partileri darbelerle ufalanmış, kurumsal kültürleri, CHP'lilik ve DP'lilik kültürleri yok edilmiştir. Siyaset bilimci LaPalombara'nın öngörüsü Türkiye'nin de başına gelmiş, büyük kitleleri toplayan kitle partileri tahrip edilince, küçük yerel etnik ve dini kimlikler politize olmuştur! İşte askeri darbelerin Türkiye'ye 'milli birlik' armağanı! Yeni kitle partileri kökleşememiştir. Ve işte, seçmenlerin yüzde 50'si "yüzer gezer"dir. Böylesine kaygan bir zeminde partilerin kısa vadeli çatışmaları artar, koalisyonlar zorlaşır, koalisyonlarda sık sık çatışmalar çıkar. Çünkü partilerin "uzun vadeli" politikalar için güvenecekleri dayanıklı geniş tabanlar kalmamıştır: 10 milyon oy alan büyük bir parti için 50 bin oy önemsizdir, ama birkaç milyon oy alan bir parti için çok önemlidir! Böylece küçük zümre çıkarları ülke siyasetine yön verir, yolsuzluk artar! Ülke yıllarca kötü yönetilir, ekonomi krizlere düşer! Büyük kitleler siyasetten soğur... Ardından yeni arayışlar başlar. Ve bir türlü büyük kitlelere dayalı "yöneten demokrasi" sistemlerinden birine geçiş kaçınılmaz olur!
| |
|