EglenFavoricaz Film Oyun Program Dizi Msn avatar Nick Resim Komik forum oyunları haberler divx eglenfavoricaz |
|
| Osmanlı Ansıklopedısı A | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
BRL
Mesaj Sayısı : 1207 Doğum tarihi : 07/02/94 Kayıt tarihi : 31/03/09 Yaş : 30 Nerden : Bursa Ruh HaLim : Tuttuğu takım : Rep Gücü : Dikkat : Burda ben varım..
Güç Sistemi AktifLik: (10/10) Başarı Puanı: (10/10) GüçLüLük: (10/10)
| Konu: Osmanlı Ansıklopedısı A C.tesi Nis. 11, 2009 3:18 am | |
| Abdülmecid
Son Halife Abdülmecid Efendi 1868 yılında İstanbul'da doğdu. Sultan Abdülaziz'in ve Hayrandil Kadının oğlu Abdülmecid Efendi, Sultan Abdülhamid döneminde sarayda kapalı ve kontrol altında yaşadığı için güçlü bir öğrenim göremedi. Ancak resime meraklıydı ve oldukça başarılı tabloları vardı. Meşrutiyet döneminde bunlar sergilenirdi. Mehmet Vahidettin 1918'de tahta geçince, Abdülmecid veliaht ilan edildi. 1 Kasım 1922'de saltanat kaldırılınca da Abdülmecid, 18 Kasım 1922'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce Halife seçildi. Bu görev, Cumhuriyet'in ilkeleriyle bağdaşamayacağından, TBMM 3 Mart 1924'te Halifeliğin de kaldırılmasına ve Osmanlı hanedanının Türkiye sınırları dışına çıkarılmasına karar verdi. 1944 yılında Pariste ölen Abdülmecid Efendi'nin kemikleri 1954'te Medine'ye nakledilerek Haremi Şerif'e gömüldü.
Abdullah Durrizade
Abdullah Beyefendi 1867 yılında İstanbul'da doğdu. Atatürk ve Milli Mücadele'ye katılanlar için idam fetvası veren Osmanlı Şeyhülislamıdır. Rumeli Kazaskeri olan Vezir Dürrizade Mehmed Dürri Efendi'nin oğludur. Müderris olduktan sonra Fetva Dairesi Kalemi'nde katipliği'e atandı. 1897'de Haremeyn, 1900'de Anadolu payelerini aldı. 1910 - 1912 yılları arasında Anadolu kazaskerliğinde bulundu. 1912'de İttihatçılar tarafından görevden uzaklaştırıldı. 5 Nisan 1920'de kurulan 4. Damat Ferid Paşa kabinesinde Şeyhülislam oldu. Damat Ferid Paşa'ya, Milli Mücadele'ye katılan asker ve sivil yöneticileri vatan haini sayan, onların idamını isteyen ünlü fetvasını verdi. Ferid Paşa'nın 30 Temmuz 1920'de görevden ayrılmasıyla, Şeyhülislamlığı sona erdi. Milli Mücadele'nin başarıya ulaşması üzerine önce Rodos'a, daha sonra Hicaz'a gitti ve Şerif Hüseyin'in yanına sığındı. 1923'de orada öldü.
Abdurrahman Gazi
Osmanlı Devleti'nin ilk kuruluş yıllarında gösterdiği yararlılıklarla ün kazanmış bir komutandır.
Abdurrahman Alp diye de tanınan Abdurrahman Gazi, Ertuğrul Gazi döneminde şöhret buldu. Osman Gazi ve Orhan Gazi dönemlerinde çeşitli savaşlara katıldı ve Aydos kalesini fethetti.
Yakın arkadaşı Akçakoca ile birlikte Kocaeli ve Yalova'nın alınması sırasında büyük başarılar gösterdiler. Abdurrahman Gazi 1329 yılında vefat etti.
Abdurrahman Şeref
Hükümet adamı ve Son Osmanlı Saray tarihçisidir (vakanivüs). Ayan Meclisi Başkanlığı ve Maarif Nazırlığı görevlerinde bulundu. Bu arada sarayın vakanivüsü olarak çalıştı. Anadolu'ya geçerek Kurtuluş Savaşı'na katıldı ve TBMM'ye ikinci dönem milletvekili olarak girdi. 1925 yılında öldü.
Ahmed Hulusi Efendi
Amasya'ya göç eden Şirvanlı Şeyh Siraceddin İsmail Efendinin oğlu ve Sadrazam Şirvanızade Rüştü Paşanın kardeşidir. 1874'de İstanbul Kadısı oldu, Anadolu Kazaskerliği payesini aldı. Meclisi Tetkikatı Şer'iye Başkanı iken Afganistan'a gönderildi (1877). II. Abdülhamid'in namesini Afganistan emiri Şir Ali Hana hediyeler ile verdikten sonra İstanbul'a döndü. Ümit edilen sonucun elde edilemediği bu sefaret görevinden dönüşte İstanbul'a gelmedi, Diyarbakır Kadılığında bırakıldı. Daha sonra da Amasya'da oturmaya memur edildi.
Ahmet İzzet Paşa
Sadrazamlığı sırasında Mondros Ateşkes Antlaşması'nı imzalayan Ahmet İzzet Paşa, Ahmet Tevfik Paşa kabinesinde Dahiliye Nazırı olarak görev aldı. Mustafa Kemal ile Bilecik görüşmesini yaptı. Bilecik'ten Ankara'ya gelen Paşa, Mustafa Kemal'e, daha sonra kurulacak olan İstanbul Hükümetlerinde görev almayacağına dair söz vermesine rağmen sözünde durmadı. İki tarafı memnun etmeye çalıştığını sanan Paşa, halife taraftarlığını hayatının sonuna kadar korudu
Ahmed Resmi Efendi
1700 yılında Girit'te doğan Ahmed Resmi Efendi, Osmanlı Devlet adamı ve tarihçisidir. İstanbul'daki Reisülküttablardan Tavukçubaşı'nın damadı Mustafa Efendi'nin yanında yetişti ve daha sonra onun damadı oldu.
Devlet hizmetine girerek bazı görevlerde bulunan Ahmed Resmi Efendi, Sadrazam Ragıb Mehmed Paşa tarafından, Sultan Üçüncü Mustafa'nın tahta geçişini bildirmek üzere Şıkk-ı sani defterdarlığı payesi ile elçi olarak Avusturya'ya gönderildi. Çeşitli elçiliklerde bulunmaya devam eden Ahmed Resmi Efendi cavuşbaşı, madbah, tersane emini, rüznamçeci oldu. Avrupa'yı yakından tanıyan Ahmed Resmi Efendi, 1771 yılında sadaret kethüdalığına getirildi.
Küçük Kaynarca Antlaşması görüşmelerine de katılan Ahmed Resmi Efendi, 31 Ağustos 1783 tarihinde vefat etti. Üsküdar'da Karacaahmed mezarlığına defnedildi.
Ahmed Rıza
Sayfa: 1/2
Osmanlı siyaset adamı. Meşveret gazetesini çıkararak, Jön Türk hareketinde etkili bir rol oynamış, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin önderleri arasında yer almıştır. Genç yaşta Batı kültürüyle tanıştı. Mekteb-i Sultani'yi (Galatasaray Lisesi) bitirdikten sonra, Hariciye Nezareti Tercüme Kaleminde bir süre katiplik yaptı. 1884'te tarım öğrenimi için Fransa'ya gitti. Çeşitli siyasal ve kültürel hareketleri izledi. Pozitivizme ilgi duymaya başladı. Bursa Mülki İdadisi müdürü, ardından Bursa Maarif Müdürü oldu. Nilüfer dergisinde şiirler yazdı. Pozitivistlerin yayın organı olan La Revue Occidentale'a İslamiyet ile ilgili yazılar yazdı. Osmanlı İmparatorluğu hakkında çıkan yazılara yanıt verdi. II. Abdülhamid'e eğitim sisteminde köklü değişimler öneren mektuplar yazdı. Doğu kültürünü, Batıdan alınacak bilim ve kültürle yoğurmayı ve halkın eğitim düzeyini yükseltmeyi öne çıkaran bir program yayımladı.
Sayfa: 2/2
23 Eylül 1897'de Meşveret'i yeniden merkez yayın organı olarak yayımlamaya başladı ve Abdülhamid'in tahttan indirilmesi, Kanun-i Esasi'nin uygulanması gibi konulara giderek daha önem verdi. Jön Türk hareketinin dönüm noktalarında, ilkelerine bağlı tutumuyla, mücadeleci ve çetin bir kişilik gösteren Ahmed Rıza, bazı dönemlerdeki kopmalara karşın, hareketin sürekliliğini temsil eden toparlayıcı bir simge olmuştur. 1930 Şubat'ında İstanbul'da öldü.
Akçakoca
Osman Gazi'nin silah arkadaşlarından olan Akçakoca'nın, babası Abdülmelik bin Abdülfettah'dır. Ailesi muhtemelen Anadolu Selçukluları döneminde uç bölgelere yerleştirilmiş bir Türkmen boyuna mensuptur. Akçakoca'nın da Aşiret beyi olduğu ve Ertuğrul Gazi'ye bağlı bulunduğu sanılmaktadır. Osman Gazi tarafından, Orhan Gazi'nin emrinde Konuralp, Abdurrahman Gazi ve Köse Mihal gibi meşhur beylerle Sakarya ve İzmit yöresine akınlar yapmakla görevlendirildi. Bu bölgedeki bazı kaleleri ele geçiren Akçakoca, Sapanca gölünün batı tarafındaki bir hisarı kendine karargah yapmış ve İzmit yöresine akınlar düzenlemiştir.
1326 yılında Kandıra ve civarını zaptetti. Ayrıca Konuralp ve Abdurrahman Gazi ile birlikte Kartal civarındaki Aydos'u, ardından da Samandıra hisarını fethetti. Samandıra bölgesi kendisine mülk olarak verildi.
Birkaç yıl daha İzmit-Üsküdar arasındaki yerlere akınlarda bulunan Akçakoca, İzmit'in fethinden önce, 1328 yılında Kandıra yakınlarındaki bir tepede öldü ve buraya gömüldü. Ölümünden sonra, adamları Karamürsel'in etrafında toplandı. Uç beyliği yaptığı bölge ise önemi dolayısıyla Şehzade Murad'a (Sultan Murad Hüdavendigar) verildi.
Fetihlerde bulunduğu İzmit ve çevresine, sonradan Koca-ili denildi. Ayrıca bugün Bolu iline bağlı Akçakoca ilçesi de onun adını taşır. Hacı İlyas adında bir oğlu vardır. Torunu Fazlullah da önce kadı, sonra vezir olarak Osmanlı Devleti'nde önemli görevlerde bulundu.
Akşemseddin
Fatih Sultan Mehmed'in hocası, ünlü İslam büyüğü Akşemseddin, 1390 yılında Göynük'te doğdu. Küçük yaşlardan itibaren ilme ve sanata karşı ilgi duydu. Medrese tahsilini tamamladıktan sonra seçkin alimler arasında yerini aldı. Üstün zekası ve anlayışı, yılmak bilmeyen çalışma gücüyle kendini kitaplara adamış, başta İslami ilimler olmak üzere tıp, astronomi, biyoloji ve matematikte zamanın ünlülerinden olmuştur. Uzun yıllar Osmanlı medreselerinde çalışarak yüzlerce öğrenci yetiştirmiş, tıp alanında önemli çalışmalar yapmıştır. Akşemseddin'in asıl ünü, büyük veli Hacı Bayram ile tanışmasından sonra başlamıştır. İlmi konulardaki önemli başarılardan sonra tasavvuf konusunda da ağırlığını göstermiş, daha sonra da Sultan İkinci Murad'ın emir ve isteğiyle Fatih Sultan Mehmed'in hocalığına tayin edilmişti. İstanbul'un fethi sırasında büyük yararlılıklar göstermiş, genç sultanı teşvik ederek zaferin kazanılmasında önemli katkılarda bulunmuştur. Fethin en önemli günlerinde Ebu Eyyub'el Ensari'nin kabrini bularak ordunun maneviyatını yükseltmişti. Dünya malına önem vermeyen ve Fatih Sultan Mehmed'in büyük saygı ve sevgisini kazanan Akşemseddin, doğum yeri olan Göynük'te 1498 yılında vefat etti. | |
| | | BRL
Mesaj Sayısı : 1207 Doğum tarihi : 07/02/94 Kayıt tarihi : 31/03/09 Yaş : 30 Nerden : Bursa Ruh HaLim : Tuttuğu takım : Rep Gücü : Dikkat : Burda ben varım..
Güç Sistemi AktifLik: (10/10) Başarı Puanı: (10/10) GüçLüLük: (10/10)
| Konu: Geri: Osmanlı Ansıklopedısı A C.tesi Nis. 11, 2009 3:18 am | |
| Ali Kuşçu
Semrekant'ta doğdu. Babası Mehmed Bey, Türkistan ve Maveraünnehir Emiri Uluğ Bey'in doğancıbaşısıdır. Timurlenk'in torunlarından olan Uluğ Bey, aynı zamanda büyük bir astronomi alimiydi. Babası Mehmed Bey'in görevinden dolayı "Kuşçu" lakabı ile tanınan Ali Kuşçu da büyük bir matematikçi ve astronomdu. Uluğ Bey'in Semerkant'ta yaptırdığı rasathaneyi bir süre idare ettikten sonra, Tebriz'de Akkoyunlular Hükümdarı Uzun Hasan'ın hizmetine girdi. Fatih Sultan Mehmed'e elçi olarak gönderilen Ali Kuşçu, onun sevgi ve saygısını kazandı. Müderrislik vazifesi ile İstanbul'a yerleşerek öğretmenlik yaptı. Risalatı Halli Eşgali Kamer, Risalet-ül-Fethiye, Risalet-ül Muhammediye ve Şerhi Tecrit gibi eserler de yazan Ali Kuşçu, 1474 yılında vefat etti.Ali Paşa (Mehmed Emin), 1814'de İstanbul'da Mercan'da doğdu. Babası Ali Rıza Efendi, Mısır Çarşısı aktarlarındandı. 1830 yılında bir aile dostunun aracılığıyla Divan-ı Hümayun kalemine girdi ve buradaki adete uygun olarak kendisine, boyunun kısalığından veya güzel tavrı ve kabiliyetinden dolayı Ali mahlası verildi.1833'de Tercüme Odası'na girdi. 1835'te Avusturya İmparatoru Birinci Ferdinand'ın tahta çıkışını tebrik için Viyana'ya gönderilen heyette, ikinci başkatip olarak bulundu. 1837'de Petersburg'a gönderilen Mehmet Emin Ali Paşa, dönüşünde Divan-ı Hümayun tercümanlığına tayin edildi. 1838'de Londra elçisi, Reşid Paşa'nın Paris'e geçişinden sonra da maslahatgüzarı oldu. Reşid Paşa'nın takdir ve himayesini kazanan Mehmed Emin Ali Paşa, kısa zamanda yükseldi. Devletin çeşitli kademelerinde görevler aldı. Kırım Savaşı sonunda Paris'te toplanan konferansta Osmanlı Devleti'ni temsil etti ve 30 Mart 1856 tarihli Paris Barış Antlaşması'nı imzaladı. Islahat Fermanı ve Paris Antlaşması'ndan dolayı Reşid Paşa'nın ağır eleştirilerine maruz kaldı. Birçok kez Hariciye Nazırlığı ve Sadrazamlık görevlerinde bulunan Mehmed Emin Ali Paşa, 7 Eylül 1871'de öldü ve Süleymaniye Camiine defnedildi. Değeri öldükten sonra anlaşılan ve yokluğu hissedilen bir devlet adamı idi.Ali Rıza PaşaOsmanlı Sadrazamı. 1886 yılında Harbiye'yi bitirdi. 1898'de Erkânı Harbiyei Umumiye Dairesi başkanlığı, Üsküp ve Manastır valiliği ve komutanlığı yaptı. 1908'de Harbiye Nazırlığına ve Âyân Meclisi üyeliğine getirildi. Hüseyin Hilmi Paşanın sadaretinde Harbiye Nazırı, Balkan Savaşı'nda Garp Ordusu Başkomutanı oldu. VI. Mehmet tarafından Sadrazamlığa getirildi (2 Ekim 1919). Anadolu'da gelişen Kuva-yı Milliye'cilerle anlaşmanın kaçınılmaz olduğunu görerek , Heyeti Temsiliye ile ilişki kurdu ve Salih Paşayı, Mustafa Kemal ile görüşmek için, Amasya'ya göndererek anlaşma yollarını aradı. Kuracağı kabinede Heyeti Temsiliye'nin isteklerini dikkate alacağına söz verdi. Fakat Kuva-yı Milliye'nin yönetim gücünü eline geçirmeye ve Heyeti Temsiliye'yi kaldırma çabalarına girişti. Müttefik Devletlerin baskısı karşısında istifa etmek zorunda kaldı (1920). Son Osmanlı kabinesinde Nafıa ve Dahiliye Nazırıydı (1922). Arapzade Mehmed ArifOsmanlı Şeyhülislamlarından olan Arapzade Mehmed Arif Efendi, 1740 yılında doğdu. Medrese tahsilini tamamladıktan sonra, kısa zamanda mahreç ve bilad-ı erbaa derecelerini geçen Arapzade Mehmed Arif Efendi, 1785'te Yenişehr-i Fener kadılığına atandı. Bir süre sonra Mekke kadısı, 1789'da ise İstanbul kadısı oldu. 1795'te Anadolu, 1800'de Rumeli kazaskerliğine tayin edildi. Sultan Üçüncü Selim'in tahtan indirilip yerine Sultan Dördüncü Mustafa'nın padişah olmasından sonra, şeyhülislamlık makamında da değişiklik yapıldı. Şerifzade Mehmed Ataullah Efendi'nin yerine şeyhülislamlığa getirildi. Yirmibeş günlük şeyhülislamlık dönemi buhranlı geçti. Ne Sultan III. Selim'i tahta çıkarmaya çalışan Alemdar Mustafa Paşa'ya, ne de Sultan IV. Murad'a yaranamayan Arapzade Mehmed Arif Efendi, Sultan İkinci Mahmud'un tahta çıkmasından sonra, bu görevden azledildi. 14 Mayıs 1826'da İstanbul'da ölen Arif Efendi, Çarşıkapı'daki Sinan Paşa Medresesi hazıresine defnedildiAhmet Mithat EfendiAhmed Midhat Efendi (İstanbul) 1844 yılında doğdu ve 1912 yılında öldü. Orta halli bir ailedendi. Babası manifaturacı Mevlevi Hacı Süleyman Efendi, Ahmed Midhat altı yaşındayken öldü. Vidin’de üvey ağabeyi Hafız Ağa’nın yanına giderek (1853) orada ilk öğrenimine başladı ve İstanbul’da tamamladı. Okulu bitince (1863) Rusçuk Vilayet Kalemine girdi. Bu arada Doğu kültürünü geliştirdi. Fransızca öğrendi. Tuna gazetesinde yazmaya başladı. 1864 yılında Bağdat’a gitti. Orada Farsça ve din felsefesi öğrendi.Sanat Okulları için Hace-i Evvel (Birinci Öğretmen) adında bir ders kitabı yazdı. Ayrıca evinde kurduğu küçük bir basımevinde ev halkının yardımıyla kitaplarını kendi basıyor, bunları tütüncülere kendisi dağıtıyordu. Devir (1872) ve Bedir (1872) adlı gazeteleri yayımladı. Her iki gazete de hükümetçe kapatılınca Dağarcık (1872) ve Kırk Ambar (1873) dergilerini kurdu.Bir yazısı nedeniyle Namık Kemal ve Ebüzziya ile birlikte Rodos’a sürüldü (1873). Ancak Sultan Aziz’in tahttan indirilmesinden sonra İstanbul’a döndü. Bir yandan eserler yayımlıyor ve İttihad dergisini çıkarıyordu. Aynı yıllarda Beykoz’a yerleşti.(1882)Daha sonra gazetecilik tarihinde mühim bir yeri olan Tercüman-ı Hakikat’ı kurdu. İkinci Meşrutiyet’in başına kadar II. Abdülhamid’in yardımıyla çıkan bu gazetede makale, hikaye, roman şeklinde pek çok yazısı yayımlandı. Bilgiyi geniş bir kitleye yaymaya çalışması nedeniyle halk arasında büyük ün yaptı. Kendi kuşağının en mücadeleci yazarlarındandı. Serveti Fünun’un yapay ve ağır Türkçesi’ne hücum etti. Tercüman’da çıkan ve dünya klasiklerinin Türkçe’ye çevrilmesi fikrini savunan ‘Kalemlerin İkramı’ başlıklı yazı tartışmalara yol aştı.1908’den sonra yazı hayatından çekildi; Darülfünu’nda felsefe tarihi, dinler tarihi, genel tarih okuttu; Darüşşafaka’da ücretsiz olarak öğretmenlik yaptı ve bu okulda öldü (1912).Ahmed Midhat, Tanzimattan beri Türkiye’ye girmeye başlamış batı kültürünü yaymak, halkta okuma merakını uyandırmak için dokunmadığı konu bırakmadı. Kitaplarını, yalın Türkçe’yle yazdı ve bu dili savundu. Stockholm’de toplanan Filoloji kongresine katıldı ve bu yolculuğun izlenimlerini Avrupa’da bir Cevelan adlı kitapta yayımladı. Ahmed Midhat İktisadi görüşlerini “anarşizm” diye vasıflandırdığı hürriyetçiliğe karşı devletçilik, himayecilik şeklinde savundu. Bu görüşlerini ‘Ekonomi Politik’ ve ‘Hall-ül-Ukad’ (Düğümlerin Çözülmesi) adlı iki kitapta ve bazı makalelerde açıkladı.Öte yandan Ahmed Midhat Efendi’nin tiyatro yazarı olarak en büyük başarısı, seyircisine, halk diline çok yakın bir dille yönelmiş olmasıdır. Oyunların bazıları: Eyvah (1872), Avrupa’nın Eski Medeniyeti (1875), Çerkez Özdenleri (1885)Ahmet Cevdet PaşaOsmanlı Devletinde on dokuzuncu asırda yetişen büyük devlet ve ilim adamı. 27 Mart 1822 (H. 1238)’de Tuna kıyısında bulunan Lofça kasabasında doğdu. Babası Lofça İdare Meclisi azasından İsmail Ağadır. İlk tahsilini Lofça’da yaptı. Yaradılıştan zeki ve kabiliyetli olduğu gibi, pek de çalışkandı. Dedesinin yardımı ile 1839 yılında İstanbul’a geldi. Medrese tahsiline başladı. Bu arada, matematik, astronomi, tarih ve coğrafya gibi ilimlerle de uğraşarak kültürünü artırdı. O zaman çok meşhur olan Murad Molla tekkesine tatil günleri giderek Farisi öğrendi ve Mevlana’nın Mesnevi’sini bitirdi. Divançe’sinde bulunan şiirlerin çoğunu bu tekkeye devam ettiği sırada yazdı.1844’te 22 yaşındayken Çanat payesi ile Rumeli kaleminde kadı oldu. 1845 yılında müderris olarak İstanbul camilerinde ders vermek hakkını elde etti. 13 Ağustos 1850’de Meclis-i Maarif azalığı ile birlikte Dar-ül-Muallimin (Öğretmen okulu) müdürlüğüne getirildi. Bu mektebi kısa zamanda ıslah ederek, mektebe giriş ve imtihan usullerini yönetmeliklerle tesbit etti. Encümen-i Daniş’e (Osmanlı Akademisi) 1851’de asli üye seçildi.“Tarih-i Cevdet” namıyla şöhret bulan kıymetli eserinin üç cildini 1854 yılında bitirip Sultan Abdülmecid Hana sundu. Eseri çok beğenen Sultan, rütbesini yükseltti. Bir sene sonra da devletin resmi tarihçisi oldu.Osmanlı Cihan Devletinin kanunlarını yapacak olan “Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliye”ye 1861 yılında üye tayin edildi. 1866 yılında ilmiye sınıfından vezirliğe geçti. Halep vilayetine vali tayin edildi. Bir müddet orada kaldıktan sonra yeni kurulan “Divan-ı Ahkam-ı Adliye”ye başkan tayin edildi. Bu vazifede çok faydalı işler gördü; memleketin adliye ve hukuk sistemini devrin ihtiyaçlarına göre düzenlemeye çalıştı.Ali Paşa, Fransız medeni kanununun tercüme edilerek Osmanlı Devletinde tatbik edilmesi gerektiğini ileri sürüyordu. Buna karşı Ahmed Cevdet Paşa ve aynı düşüncede olanlar, İslam Hukukunun zengin ve tatbik edilmiş en kuvvetli dalı olan Hanefi fıkhının sistematik hale getirilerek kanunlaştırılması fikrini müdafaa ediyorlardı. Bu ikinci yani, Ahmed Cevdet Paşa ve arkadaşlarının fikirlerinin tatbiki için “Mecelle Cemiyeti” adıyla ilmi bir heyet toplandı. Memleketin en kıymetli hukuk alimlerinin iştirak ettiği bu meclis, Kur’an-ı kerimin hükümlerini kanun şekline sokup, bütün milletlerin kıymet verdiği Mecelle adındaki kitabı hazırlayarak, büyük hizmet etti.Cevdet Paşa, 1879 yılında Maarif Nazırlığına tayin edildi. Sonra da, çeşitli valiliklerde, Adliye, Maarif, Dahiliye, Ticaret nazırlıklarında bulundu. Padişah’ın hususi encümenlerine iştirak etti. 26 Mart 1895’te vefat etti. Naşı, Fatih Camii bahçesine defnedildi.Alim, fazıl, edip, tarihçi ve büyük devlet adamı Cevdet Paşa, muhtelif sahalarda pek çok eser vermiştir. Bunlardan bazıları şunlardır:Tarih-i Cevdet: 12 cilttir. Osmanlı Devletinin 1774-1825 seneleri arasındaki tarihini anlatır.Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa: 12 kısımdır. Cevdet Paşanın en tanınmış eseridir. Hazret-i Adem’den itibaren bir çok peygamberin, İslam halifelerinin, İkinci Murad’a kadar Osmanlı padişahlarının tarihinden bahseder.Tezakir-i Cevdet: Devrinin siyasi, içtimai, ahlaki cephesini anlatmıştır.Ma’ruzat: Sultan İkinci Abdülhamid’e 1839-1876 yılları arasındaki tarihi ve siyasi hadiseleri takdim etmek için hazırlanmıştır.Mecelle: Ahmed Cevdet Paşa başkanlığında bir hey’et tarafından hazırlanmıştır. (Bkz. Mecelle).Divançe-i Cevdet: Gençliğinde yazdığı şiirleri, Sultan İkinci Abdülhamid’in emriyle bu kitapta toplamıştır.Kavaid-i Osmaniye: Fuad Paşayla birlikte yazdığı dil bilgisi kitabıdır.Ayrıca Belagat-ı Osmaniye - Kavaid-i Türkiye, Takvim-ül Edvar-Miyar-ı Sedad, Adab-ı Sedat fi-İlm-il-Adab, Hülasatül Beyan fi-Te’lifi’l -Kur’an, Asar-ı Ahd-i Hamidi, Hilye-i Seadet, Ma’lumat-ı Nafia adlı eserleri çeşitli mevzulardan bahsetmektedir. | |
| | | BRL
Mesaj Sayısı : 1207 Doğum tarihi : 07/02/94 Kayıt tarihi : 31/03/09 Yaş : 30 Nerden : Bursa Ruh HaLim : Tuttuğu takım : Rep Gücü : Dikkat : Burda ben varım..
Güç Sistemi AktifLik: (10/10) Başarı Puanı: (10/10) GüçLüLük: (10/10)
| Konu: Geri: Osmanlı Ansıklopedısı A C.tesi Nis. 11, 2009 3:19 am | |
| Ahmet Vefik Paşa
( 1823-1891 ) Batı kültürü ile Doğu kültürünü dengeli olarak kafasına sindirmiş pratik bir diplomat, becerikli bir devlet ve idare adamı, güçlü yazar, faziletli bir insandır.Hayatına baktığımız zaman, onu, bir diplomat ve devlet adamı olarak görürüz: Vali, büyükelçi, bakan, başbakan, meclis başkanı... Bütün görevleri düşüncesi doğrultusunda yürütmüş, yönetimle ters düştüğü zaman, ya istifa etmiş, ya azledilmiştir, fakat düşüncelerinden ödün vermeğe yanaşmamıştır.TÜRKÇE'NİN ZENGİN BİR DİL OLDUĞUNU KANITLAMAYA ÇALIŞTIİnancına baktığımız zaman, sağlam bir Türk ve Türkçü'dür. Türk milletinin büyük ve soylu bir millet olduğuna, zengin bir dil ve tarihe sahip bulunduğuna inanıyordu. "Etrak-i bî idrak" (akılsız Türk) sözünün aydınlar arasında itibar gördüğü o günlerde, Türkçe’nin zengin bir dil olduğunu ispatlamak için "Lehçe-i Osmanî"yi yazmış, Türk tarihinin zenginliğini ortaya koymak için de "Şecere-i Türk", "Tarih-î Hikmet", "Fezleke-î Tarih-î Osmanî" gibi eserler kaleme almış ve dilimize çevirmiştir. Öteki eserlerine döndüğümüz zaman, bambaşka bir kişilik ile karşılaşırız. Tiyatro aşkı... ve aratmayan, bazan aşan tiyatro eserleri adaptasyonları. Molier'den , çeviri ve adaptasyon olmak üzere 16 birbirinden güzel piyes, Ahmet Vefik Paşa'nın kaleminden Türkçeye kazandırılmıştır.3 Haziran 1823'de İstanbul'da doğdu. Sarayda, sürekli hizmet vermiş bir aileden geliyordu. Dedesi, Divan-ı Hümâyûn tercümanlarından Yahya Naci Efendi. Babası, hariciye memurlarından Ruhiddin Efendi'dir. Yabancı bilim adamlarının öğretmenlik ettiği, "Mühendishan-î Berr-i Hümâyûn" okuluna yazılmış, fakat bu okulu bitiremeden, babasının Paris'te görev alması üzerine, "St. Louis" lisesinde okumasını sürdürmüştür. Fransızca Latince veYunanca'yı Paris'te, İngilizce'yi Londra'da öğrendi. Ayrıca, Arapça, Farsça, Rumca , Almanca da biliyordu.Babası ile İstanbul'a dönünce, (1837) Babıâli tercüme bürosuna memur oldu. Elçilik kâtibi olarak Londra'ya gönderildi. (1840). Burada, İngiliz Tiyatrosunu inceledi, araştırmalar yaptı. 1851'de Tahran elçiliğine tayin edildi.Üçüncü Napolyon'la olaylı geçen Paris elçilik yılları vardır. Bir gün Napolyon, Ahmet Vefik Paşa'ya:"Devletiniz çöküyor, ben çatırtılarını buradan duyuyorum" deyince, devletine toz kondurmayan hazır-cevap Vefik Paşa, duraksamadan karşılık vermiş: "Aman Majesteleri, İstanbul çok uzaktadır, yanılmış olabilirsiniz. Fakat ben çatırtıları çok yakından, tahtınızın çevresinden işitiyorum!" karşılığını verdi.Bir süre sonra Üçüncü Napolyon, Almanlara Sedan'da yenilince, Vefik Paşa'nın olayları doğru değerlendirdiği ortaya çıkmış.BURSA VALİLİĞİ SIRASINDA BÜYÜK BİR İMAR HAREKETİNE GİRİŞTİAhmet Vefik Paşa, Paris elçiliğinden azledildi. Bir süre sonra Evkaf Nazırı oldu. (1862). Üniversitede tarih ve felsefe okuttu. Azledildi. Maarif Nazırı oldu, azledildi. Sadaret müsteşarı oldu, azledildi. 1877'ye kadar köşesine çekilip "Lehce-î Osmanî"nin birinci cildini bitirdi ve yayınladı. 27 Mart 1877 tarihinde açılan ilk Mebusan Meclisi başkanlığına seçildi. Ayni yıl, sırası ile, Edirne valiliği, Âyân azalığı, Maarif nazırlığı yaptı. 4 Şubat 1878'de Başvekil unvanı ile sadrazam oldu. 1879 şubatında, Bursa valiliğine tayin edildi.Bursa'da, dört yıla yakın bir zaman valilik etti. Burada bir tiyatro kurdu, İstanbul'dan tanınmış oyuncular getirtti. Bütün memurları, (müftü dahil) tiyatroya abone ettirdi. Molier'den çevirdiği ve adapte ettiği piyeslerini burada oynattı. Kahvelerde rastladığı işsiz güçsüzleri bastonu ile kovalıyor, tiyatroya getiriyordu. Bursa valiliği sırasında büyük imar hareketlerine girişti. Bugün de Atatürk Caddesi ve İnönü Caddesi adı ile kullanılan caddeleri açtırdı. Vilâyet kitaplığını kurdu. Yol açarken, yol üstüne düşen yatırları bir gecede kaldırıyor, ertesi gün, Bursalıların hoşnutsuzluklarını görünce de "Erenlerin ruhuna bir Fatiha okuyup duada, yol açmak istediğimi söyledim. Bursalıları seviyormuş, gördüğünüz gibi gece, yolun kenarına kendi kendine çekilmiş! Evliya diye ben buna derim!" diye gerekçeler söylüyormuş...Bursa valisi iken, ikinci defa başvekilliğe (sadrazamlığa) tayin edildi. Fakat bu son başvekilliğinde sadece 3 gün kalabilmiştir, yine görevinden uzaklaştırıldı. Bundan sonra, Rumelihisarı'ndaki yalısına çekildi. Memuriyetleri sırasında başlayıp yarım bıraktığı kitaplarını tamamladı, yeni kitaplar yazdı ve 1 nisan 1891'de öldü.Varlıklı bir aileden gelen ve bütün hayatını devletin en yüksek mevkilerinde geçiren Ahmet Vefik Paşa'nın varislerine, harap bir yalı ile bir sürü borç bırakması, çok dikkate değer bir olaydır. Maddeye hiçbir zaman değer vermemiş, bütün hayatını, Türk milletinin manevî dünyasını kurma yolunda harcamıştır.TÜRK UYANIŞ TARIHİNİN EN BÜYÜK SİMALARINDAN BİRİYDİBilgili idi, fikirde olduğu kadar, maddede de namuslu idi. Zeki ve hazırcevaptı. Türk soyunun ve tarihinin faziletine inanıyordu. Bu karakteri ve inançları içinde yaşayıp öldü. Türk uyanış tarihinin en büyük simalarından biridir. Fuat Paşa Ahmet Vefik Paşa'nın değerini ve sık sık büyük makamlara tayin edilmesi ve ardından da azledilmesini anlatırken şöyle diyor:"Ahmet Vefik Paşa, binektaşı büyüklüğünde bir cevahirdir. Onu, ne yüzük yapıp parmağınıza takabilirsiniz, ne sokakta kalmasına razı olabilirsiniz. Ölçüleri, zamana uymadı."Ahmet Vefik Paşa'nın ölçüleri belki zamana uymadı ama, daha sonraki zamanlara fikirleri ve eserleri ile ışık tuttu, yol gösterdi.Abaza Paşa( .... - 1634) Abaza Paşa, asi Halep Valisi Canbolatoğlu'nun hazinedarı iken onun yenilgiye uğraması sırasında yakalanmış, ancak Yeniçeri Ağası Halil Ağa'nın aracılığı ile bağışlanmıştı. 1621 yılında Erzurum Beylerbeyi olan Abaza Paşa, Sultan İkinci Osman'ın öldürülmesi üzerine yeniçerileri padişah katili ilan etti. Etrafına topladığı sekbanlarla Erzurum'da yeniçerileri ortadan kaldırmaya çalıştı. Yeniçeri Ocağı aleyhine İstanbul ve Anadolu'da ortaya çıkan hareket dolayısıyla askerler arasında büyük bir huzursuzluk başlamıştı. Abaza Paşa bir yandan sancaklara kendi adamlarını tayin ederken, diğer yandan da halktan vergi toplamaya başladı. Kısa zamanda çevresine 30.000 kişi toplamayı başaran Abaza Paşa, ele geçirdiği yeniçeri, topçu, cebeci ve acemi oğlanı gibi ocak mensuplarını öldürttü. Şebinkarahisar ve Sivas'ı ele geçirdi. Daha sonra da Ankara üzerine yürüdü ve şehri kuşattı. Osmanlı kuvvetleri, Sultan Dördüncü Murad'ın tahta çıkmasından sonra Abaza Paşa'yı Kayseri yakınlarındaki Karasu mevkiinde mağlup etti. Abaza Paşa, bu yenilgiden sonra Erzurum'a dönerek kalesine sığındı. Abaza Paşa yeniçeri düşmanlığından vazgeçmiyordu. Sadrazam Hüsrev Paşa, 1628 yılında düzenlediği sefer sonunda Abaza Paşa'yı teslim aldı. Sultan Dördüncü Murad tarafından affedilen Abaza Paşa, Bosna valiliğine tayin edildi. Ancak tekrar isyan etmek gibi bir niyeti olduğu söylentileri padişah tarafından duyulunca 1634 yılının Ağustos ayında idam edildi.Abdullah Dürrizade(1867 - 1923) 1867 yılında İstanbul'da doğdu. Atatürk ve Milli Mücadele'ye katılanlar için idam fetvası veren Osmanlı Şeyhülislamıdır. Rumeli Kazaskeri olan Vezir Dürrizade Mehmed Dürri Efendi'nin oğludur. Müderris olduktan sonra Fetva Dairesi Kalemi'nde katipliğe atandı. 1897'de Haremeyn, 1900'de Anadolu payelerini aldı. 1910 - 1912 yılları arasında Anadolu kazaskerliğinde bulundu. 1912'de İttihatçılar tarafından görevden uzaklaştırıldı. 5 Nisan 1920'de kurulan 4. Damat Ferid Paşa kabinesinde Şeyhülislam oldu. Damat Ferid Paşa'ya, Milli Mücadele'ye katılan asker ve sivil yöneticileri vatan haini sayan, onların idamını isteyen ünlü fetvasını verdi. Ferid Paşa'nın 30 Temmuz 1920'de görevden ayrılmasıyla, Şeyhülislamlığı sona erdi. Milli Mücadele'nin başarıya ulaşması üzerine önce Rodos'a, daha sonra Hicaz'a gitti ve Şerif Hüseyin'in yanına sığındı. 1923'de orada öldü. ALİ b. ABDULLAH ( Acem, Esir)(.............?- 945/1537)II. Bâyezid, Yavuz Selim ve Kãnûnî Sultan Süleyman devirlerinin mimarbaşısıdır.Kaynaklarda ismi, "Üstad Acem Alisi" veya "Esir Ali" ve bazan da "Acem İsa" şeklinde geçmektedir. Doğduğu yer ve tarih bilinmemektedir. Hernekadar bazı yazarlar kendisini Yavuz Selimin İran seferinden dönerken beraberinde getirdiğini belirtirse de, Acem Alinin ismine çok daha önce II. Bâyezid Câmii'nin inşaatı dolayısıyle rastlanmaktadır. Sanıyoruz ki daha çok isminin başındaki "acem" kelimesi bu tahminin yürütülmesinde rol oynamıştır. Babasının ismi yaygın kanaate göre Abdullah'dır. Ancak vakfiyelerinde Abdülkerim ve Abdülvehhab olarak kaydedilmiştir. Bu türlü baba isimlerinin daha çok mühtedîlerde görüldüğü de dikkate alınmalıdır. Sadrazam Ayas Paşa ile aynı zamanlarda vefat ettiği Mimar Sinan'ın tezkirelerinde yazılıdır. Ayas Paşa'nın vefatı ise kabir taşındaki kayda göre 946/1539'dur. Vakfiyesindeki kayda göre 943 şevvalinde/1536 martında henüz sağ olan Acem Ali'nin câmii'nin mihrabı önündeki kabrinde herhangi bir kayıt yoksa da vefatı 1539'dan önce ve büyük bir ihtimalle 944-44/1537-38'lerde olmalıdır. Karısının adı Fatma binti Hilâl, oğulları Hamza Çelebi ve Hasan Çelebi'dir. Şemi, Sitti ve Fatma adlarında üç kızı vardır. Oğullarından Hamza'nın da hassa mimarlarından olduğu bilinmektedir.Üstad Acem Alinin biri 931/1525 ve diğeri 943/1536 tarihli arapça iki vakfiyesine göre Mevlâna Kapısında sur içinde bir câmii, bir mektebi ve bir de zâviyesi vardır. Mahalle de aynı adı taşımaktadır. Bu hayratı için Üstad Acem Ali, 15000 akçe nakit, İstanbul'un çeşitli yerlerinde evler, arsalar, dükkân, hücre ve mahzenler ve senelik geliri 14856 akçe olan bir de hamam vakfetmiştir. Kendisi de Oruç Gâzî mahallesinde oturmaktadır.Üstad Acem Alisinin ismine en erken 909/1503'de II. Bâyezid'in kendisine yaptığı bir in'am (ihsan) dolayısıyla rastlamaktayız. Henüz ismi Ali Halife olarak geçmektedir. 910/1510 tarihinde ise Bâyezid Câmii mimarı olan Yakup Şah b. Sultan Şah'ın baş halifesi şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Muhtemelen 915/1519'dan sonra da Yakup Şah'ın yerine mimarbaşı olmuştur. Yine in'am kayıtlarına göre 1507'de Yakup Şah'la birlikte Bursa Pirinç Hanı'nın inşası için Bursaya gittiği görülmektedir. 1508'de ise II. Bâyezid'in Amasya'daki hayratı ile ilgilenmek üzere Amasyaya gitmiş, 1509'da İstanbul'da Boğaz Kesen Hisarı'nda bir hamam inşa etmiştir. Üstad Acem Ali'yi daha sonra yanında hassa mimarlarından Hızır Bâli b. Murad halife ve Mimar Derviş Ali ile birlikte Dimetoka Sarayında görüyoruz. 915/1510 tarihinde kıyamet-i suğra -küçük kıyamet denilen zelzeleyi müteakip 1510 ve 1511 de İstanbul surlarını ve bir hayli harap olan Fâtih camii'nin tamir ettiği için 5000 akçelik bir ihsana kavuşmuştur.1519'dan vefatı olan 1537'ye kadar takrîbi 18 senelik bir mimarbaşılık devresine ait -henüz bir kayıt yoksa da- mimarbaşı olması dolayısıyla birçok küçük-büyük selâtin ve vezir eserlerinin tasarım ve inşasının kendisine ait olduğu muhakkakdır. Bunlardan bilhassa İstanbul'daki Sultan Selim Camii, Cezerî Kasım Paşa, Bâli Paşa Câmileri, Silivri'deki Pîrî Mehmed Paşa, Çorlu'da Süleymaniye, Sofya'da Seyfeddin Kadı, Manisa'da Sultaniye, Gebze'de Çoban Mustafa Paşa Câmilerinin onun eseri olduğu tahmin edilmektedir. Bunlara Edirne civarındaki Mustafa Paşa Köprüsü, Trabzon'da Hâtuniye ve Bozüyük'de Kasım Paşa Câmilerini de ilâve edebiliriz.Sinan çağına atlayan bu ara devrede -hernekedar Üç Şerefeli Câmii ile birlikte Türk Mimârîsinin bütün üslûp esasları belirlenmişse de- klasik üslûbun yerleşip ve yaygınlaşması ve kesinleşmesinde Mimar Acem Alinin ve onun seleflerinin payı büyüktür. Yapıların arâzî üzerine uygun bir şekilde oturuşu, kütlelerin birbirleriyle olan nisbetleri ve sadeliği hep bu devredeki tecrübelerle zenginleşmiştir. Halefi olan Koca Mimar Sinan bu geniş ve zengin malzemeyi ve yetişmiş birinci sınıf kadroyu dâhiyâne bir şekilde değerlendirip kullanmasını bilmiştir.(Ö.L.Barkan-E.H.Ayverdi, İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri 953/1546, İst. 1970, s.382 -383; Hafız Hüseyin Ayvansarâyi, Hadîkatü'l- Cevâmî, matbu nüsha İst. 1281, I. s.206; Hadîkayazma nüsha T.Tarih Kurumu Ktp. No.418, 103 b ve 104 a,; Hadîka, yazma nüsha Tübingen Orient 1047, 60 a,; L.A.Mayer, Islamic Architects and Their Works, Geneve 1956, s.50; A.Refik, Türk Mimarları, İst. 1937, s.5; Kemal Altan, Esir Acem Ali, Arkitekt, 1937, s.81-83; R.M.Meriç, Bayezid Camii Mimarı, II.Sultan Bayezid Zamanı Binaları, Mimarları, Sanat Eserleri ve Sanatkârlar, A.Ü.İlâhiyat Fak. Türk-İslâm Sanatı Tarihi Enst. Yıllık Araştırma Der. II. Ank.1957,s.4-76; Şerafettin Turan, Osmanlı Teşkilâtında Hassa Mimarları, A.Ü.DTC.Fak. Tarih Araş.Der.c.1.,Sayı1. Ank.1963, s.163; Muzaffer Erdoğan, Mimar Davud Ağanın Hayatı ve Eserleri, Türkiyat Der. XII. s.181; Halim.B. Kunter, Mimar Ali Beyin Bilinmeyen İki Vakfiyesi, V.Türk Tarih Kongresi, Ank.1960, s. 438-442 | |
| | | BRL
Mesaj Sayısı : 1207 Doğum tarihi : 07/02/94 Kayıt tarihi : 31/03/09 Yaş : 30 Nerden : Bursa Ruh HaLim : Tuttuğu takım : Rep Gücü : Dikkat : Burda ben varım..
Güç Sistemi AktifLik: (10/10) Başarı Puanı: (10/10) GüçLüLük: (10/10)
| Konu: Geri: Osmanlı Ansıklopedısı A C.tesi Nis. 11, 2009 3:19 am | |
| AYAS b. ABDULLAH
(............- 892/1487)Fatih ve II. Bayezid devri mimarlarındandır.Mimar Ayas b. Abdullah'ın nerede ve ne zaman doğduğu bilinmemektedir. Baba adı vakfiyesinde Abdullah olarak geçmektedir. Vakıf Tahrir Defteri'ndeki vakfiye suretinde ise sadece Mimar Üstad Ayas şeklinde kaydedilmiştir.İlk Fatih Camiinin yapılışında Mimar Atik Sinan'la birlikte çalıştığı ve ondan sonra da onun tarafından tamamlandığı rivayeti varsa da, Atik Sinan'ın vefatının Fatih Camii'nin tamamlanışından sonra olduğundan bu ihtimal doğru olmasa gerektir. Mimar Ayas'ın kabir taşında ve tahrir defterinde üstad ünvanıyla anılmasından, onun devrinin önemli şahsiyetlerinden biri ve hatta Mimar Atik Sinan'dan sonra mimarbaşı olduğu tahmin edilebilir. Bu sebeple devrin birçok önemli eserinde emeği olması ihtimali vardır. Ancak hangi yapılarda görev aldığı kesinlikle bilinmemektedir.Mimar Ayas'ın 879/1474 ve 894/1488 tarihlerinde tasdik edilen iki vakfiyesine göre, biri Saraçhane'de ve Saraçhane Başı Mescid'i denilen bir mescid ve mekteb ve Afyonkarahisarı'nda da bir mescid yaptırmıştır. Bu hayratı için çeşitli vakıflar bağışlamıştır. Vefatından sonra da Saraçhane'deki mescidi yakınına defnedilmiştir. Mescidi 1894 zelzelesiyle harap olduktan sonra yeniden yapılmıştır. Ancak ne yazık ki 1957 tarihindeki yol genişletmeleri sırasında mescidi, mektebi ve orijinal kabir taşı bulunan kabri yokedilmiştir.( Ö.L.Barkan, E.H.Ayverdi, İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri, 953/1546, İst. 1970, s.228 v.d. Vakıf no.1333, 1334, 1337; İst.Kütüphâneleri Tarih-Coğrafya Yazmaları Katalogları, Türk Tarih Yazmaları, 11. Fas.-Vakıfnameler, 1962, Mimar Ayas Ağa Vakfiyesi, Sıra no.610, s.888; Hafız Hüseyin Ayvansarâyî, Hadîkatü'l Cevâmî, matbu, I. İst. 1281, s.122; Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmânî, I. İst.1308, s.446; Ahmed Refik, Türk Mimarları, İst.1937, s.4; İ.H.Konyalı, İstanbul Abideleri, İst.1943, s.72-73; İ.H.Konyalı, Fatihin Mimarı Ayas'ın Mezarını ve Mescidini Yıktırmıyacağız, Tarih Hazinesi, Sayı 2, 1950, s.93-95; İ.H.Konyalı, Azadlı Sinan, İst.1953; E.H.Ayverdi, Fâtih Devri Mimârîsi, İst.1953, s.171; L.A.Mayer, Islamic Architects and their Works, Geneve 1956, s.55; F.İ.Ayanoğlu, Fatih Devri Ricali Mezar Taşları ve Kitâbeleri,Vakıflar Der. IV.,Ank.1958, s.202, Res.47; E.H.Ayverdi,Osmanlı Mimarîsinde Fatih Devri, III. İst.1973, s.455-457, IV. İst.1974, s.557, 756; Yılmaz Önge, Fatih Sultan Mehmedin Üç Mimarı, Ön Asya Der. Sayı. 4/45, Ank.,1969, s.8-9; Zeki Sönmez, Başlangıcından 16.yy.a Kadar Anadolu Türk-İslâm Mimarîsinde Sanatçılar, Ank.1995, s.461; Stefanos Yerasimos, Kostantiniye ve Ayasofya Efsaneleri, İst.1993, s.157ABBAS HALİM PAŞA(Kahire, 1866 - 1934) Mısırlı prens, devlet adamı.Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın torunu, Halim Paşa'nın oğlu ve Sadrazam Said Halim Paşa'nın kardeşidir. Yükseköğrenimini isviçre'de tamamladı. Uzun yıllar Avrupa'da kaldıktan sonra İstanbul'a yerleşti. II. Abdülhamid döneminin son yıllarında Şûra-yı Devlet üyeliğine atandı. Said Halim Paşa'nın sadrazamlığı sırasında bir yıl kadar Bursa valiliği, 1915-17 arasında nafıa nazırlığı yaptı. Mondros Mütare-kesi'nden (1918) sonra ingilizler tarafından iki yıl Malta'da tutuldu.Serbest bırakıldıktan sonra bir süre istanbul'da yaşadı, sonra Mısır'a döndü. Heybeliada'nın Abbas Paşa Mahallesi olarak tanınan kuzeybatı kesimindeki Abbas Paşa Köşkleri (Harem, Selamlık ve Bendegân köşkleri) ile Beyoğlu'ndaki Mısır Apartmanı'nı yaptırdı.Bibi. R. E. Koçu, "Abbas Halim Paşa", ISTA, I, H; M. B. Tanman, "Abbas Halim Paşa Köşkleri", DBlA, I, 8, 9; M. Uzun, "Abbas Halim Paşa", .D/4,1,24.ABBAS HİLMİ PAŞA Mısır valisi.(1813 - Benha, Mısır 15 Temmuz 1854) Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın torunu ve Ahmed Tosun Paşa'nın oğludur. Amcası ibrahim Paşa'nın ölümü üzerine, 1848'de Mısır valisi oldu. Valiliğinin ilk yıllarında, büyükbabası Mehmed Ali Paşa'nın başlattığı Avrupai reformlara kararlı bir biçimde karşı çıktı ve Batı'dan örnek alınarak açılan bazı kurumları kapattı. Bunun yanında bazı Arap mütefekkirlerine büyük ilgi gösterdi; devrin tanınmış âlimlerinden Tahtavi'yi bir mektep açması için 1850'de Hartum'a gönderdi. Devlet harcamalarını büyük ölçüde kısarak, vergilerde indirim yaptı. Zorunlu çalışma ve askerlik yükümlülüklerini azalttı. Devrinde halkın iktisadi durumunda gözle görülür bir iyileşme gözlendi. Iskenderiye-Kahire demiryolunu ingilizlere yaptırarak, Tanzimat reformlarının Mısır'da da uygulanması konusunda ısrar eden Osmanlı idaresine karşı ingilizlerin desteğini aldı. Dedesi Mehmed Ali Paşa hanedanına iyi davranmadığı gerekçesiyle sık sık Osmanlı hükümetine şikâyet edildi. Kırım Savaşı'na (1853-56) takviye birlikler göndererek, Osmanlı Devleti'ne bağlılığını yineledi ve ani ölümüne kadar da sadık kaldı. Oldukça vehimli bir karaktere sahip olan Abbas Hilmi Paşa'nın iki hizmetkârı tarafından boğularak öldürüldüğü söylense de, ölüm sebebi kesin olarak aydınlanamamıştır.Bibi. t. Şahin, "Abbas Hilmi I", DlA, \, 25.ABBAS VESİM EFENDİBursa 1689 ? - İstanbul ı76o) Tabip, astronom, hattat, şair. Tam adı Abbas Vesİm Efendi Abdurrahman b. Abdullah'tır. Tabıb-ı Sultanı Bursalı Ali Efendi ve Derviş Ömer Şifaî'den tıp, Yanyalı Esad Efendı'den felsefe ve Farsça, Derviş Sadık Fethiyevî, Derviş Şahid ve Derviş Düstur'dan edebiyat, Kâtıpzade Mehmed Refî Efendi'den de hüsnühat dersleri aldı. Tahsilini ilerletmek maksadıyla Hicaz, Şam ve Mısır'a, oradan hacca gitti. İstanbul'a dönünce, Fatih'te Yavuz Selirn Çarşısı'nda eczane ve muayenehane açtı, ayrıca ilmi araştırmalar yaptı. İstanbul'a gelen Avrupalı hekimlerle münasebet kurdu. İtalyanca bazı tıp metinlerini Türkçeye tercüme ettirip Avrupa'daki gelişmeleri takip etti. Kırk senekadar İstanbul'da tabiplik yaptı. Halveti ve Kadın tarikatlarına mensuptu. Son şeyhi Nakşibendi Muhammed Emin Tokadî'dir. Kabri Edirnekapı dışındaki mezarlıktadır. Arapça, Farsça, Latince, Fransızca ve eski Yunanca bilirdi.18. yy klasik Osmanlı hekimliğinin en önemli temsilcilerinden olan Abbas Vesım Efendi tıbbın gelişmesi konusunda önemli yeri olan bir tabiptir. Kırk yıllık hekimlik tecrübesini yansıtan, Osmanlı tıbbında önemli yen olan eserler telif etti. Verem hakkındaki görüşleriyle mikrobu tarif etmesi, zamanına göre çok ileri bir seviye olarak kabul edileli. Etiyolojiye önem verdi ve tedavinin semptomatık olması gereğine inanarak iyi bir gözlemci ve klınıkçı oldu. Tıbbı iyi anlamanın fizik, mekanik ve tecrübi kimyayı bilmekten geçtiğini ifade etti. Tıbbın temel kavramlarında Ibni Sina tıbbına bağlı kaldı. Deontolojinin gelişmesine ve uygulama şekline kayda değer katkılarda bulundu. Astronomi sahasında da kayda değer çalışmalar yapan ve üç Türkçe eseri bulunan Abbas Vesinı Efendi'nin özellikle Uluğ Bey Zîci'm Türkçeye tercüme etmesi ve ayrıca şerh yapması dikkat çeker. Şerhi, Mirim Çelebi'nin şerhi tarzında kaleme aldı ve açık bir Türkçeyle yazdı. Abbas Vesım Efendi astronomi uygulamalarına ait bütün Örneklen İstanbul enlem ve boylamına göre bizzat kendisi düzenledi. Yazdığı eserlerin pek çoğunun dibacesini Müstakim zade Süleyman Saadcddın Efendi yaptı.Eserleri: 1. Düstûru Vesîm fi tıbbi'l-cedîd ve'l-kadîm (T). İbni Sina gibi eski tabiplerin eserleri ile Avrupalı hekimlerin eserlerinden istifadeyle meydana koyduğu bu eserde Doğu ve Batı tıbbim mukayese etti (1748). Yer yer kendi tecrübe ve görüşlerini de ilave etti. Eserin tıp tarihinde çok mühim bir yeri vardır. Önsözünü Müstakımzade Saadeddm Efendi yazdı. Birinci kitabında organ hastalıklarından, ikincisinde kadın ve çocuk hastalıklarından, üçüncüsünde şişler ve ülserlerle yaralardan, dördüncüsünde basit ve bileşik ilaçlardan bahseder. Sonsözde hekimlere nasihatler verir (Beyazıt Devlet Ktp., no. 4097; Ragıp Paşa Ktp., no. 946, no. 947,1-II cilt, 2083 sayfa).2. Vesîletü'l-meîâüb fi ilmi'î-teravih (T). Mürekkep ilaçlar(farmakoloji) konusunda Macar hekim Georgıos'un bir eserinin tercümesidir. Ayrıca, kendi tecrübesi olan ilaçları İlaveetti (İÜ Tıp Fak., Tıp Tarihi Ktp., TY, no. 235).3. Nehcü'l-bülâg fi şerhi Zîci Ulug (T). Uluğ Bey Zia'n'mtercüme ve şerhidir. I. Mahmud'a takdim etti. Eserdeki bütün tatbikata dair misaller İstanbul enlem ve boylamına göredir. Eski Türk takvimini inceledi ve metinde olmayan İbrani ve Rumi takvimleri ilave etti. Bİr derecenin ceybını (sinüsünü) bulmakta Uluğ Bey'ın muhtasarının tarif ettiği Gı-yasüddin Cernşid'c ait usulü çok güzel İzah etti ve tatbikatını birer birer tarif ve takıp ederek altı derecenin kirişine kadar yürüttü ve geri kalanını sadece ifade etti (SüleymanıyeKtp., Hamİdiye, no. 858, 193 vr; Kandilli Rasathanesi Ktp.,no. 240, 225 vr, no. 247/1, no. 258; Beyazıt Ktp., Umumi, no.4646).ABDAL MUSA (14. yy) Derviş.
| Click this bar to view the full image. | 14. yy'da yaşayan, hayatı ve faaliyetleri hakkında kesin bilgilere sahip olunamayan dervişlerden biridir. Güldeste sahibi ismail Beliğ'e göre, Bursa'nm fethinden Önce Buha-ra'dan gelen kırk abdaldan bin olan Abdal Musa'nın hem Bursa'da, hem de Antalya'nın Elmalı ilçesinde mezarı olması tarihçilerin işini daha da zorlaştırmaktadır. Tasköprîzade ve Hoca Sadeddin Efendi gibi tarihçiler onu Orhan Gazı ve Geyikli Baba ile muasır göstermektedir. Abdal Musa bazı kaynaklarda A/.erbaycan'ın Hoy şehrinde doğduğu, mürşidinin de Yatağan Baba adında bir derviş olduğu kaydedilmektedir.Zamanla Bektaşi geleneklerinin ayrılmaz şahsiyetlerinden biri haline gelen Abdal Musa Kaygustız Abdal Menafy-£/'nda Kaygusuz'un da mürşidi olarak görülmektedir. 17. yy'da Elmalı'daki tekkeyi ziyaret eden Evliya Çelebi burada ehlisünnet esaslarına bağlı üç yüzden fazla mücerret dervişin yaşadığını kaydetmiştir. Abdal Musa'ya ait bazı şiirler nakledılıyorsa da bunların ona aidiyeti kesin değildir.Bibi. Evliya Çelebi, II, 46; Mehmed Şemseddin, Yadigâr-t Şemsî, (Bursa Dergâhları), Bursa, 1997, s. 27; F. Köprülü, "Abdal Musa", Tür{Hal% Edebiyatı Ansiklopedisi, ist., 1935, c. I, s. 61; O. Köprülü, DÎA, I, 64.ABDİ (16. - 77, yy ) Mücellit.1584-1605 yılları arasında Osmanlı Sarayı nakkaşhanesi-nın sermücelhdı olarak eserler verdi. Osmanlı padişahları için hazırlanan mınyatürlü şehnamelerin cilt kapaklarını hazırladı. Cilt kapaklarında şemse ve köşebent içi bezenmesinde kendinden önceki ustalardan aldığı geleneğe bağlı kaldıysa da, şcmse-kÖşebcnt arasını fırçayla "saz" üslubunda boyayarak "mülemma şemse" geleneğim geliştirdi. Masraf defterlerinden anlaşıldığı ü/.ere, çıraklarıyla birlikçe hazırladığı en özgün cilt kapaklar] Hünernâme adlı eserin ikinci cildine (TSM, H.1524) aittir ve bugün Lizbon Gulbenkian Koleksiyonu'nda korunmaktadır. Zübdetü't-tevarıh adlı eserin (Tl-EM, T.1973) bugün kayıp olan cilt kapaklarının hazırlanmasında da çalıştığı ve Hünernâme*mn birinci cildinin (TSM, H.1523) kapaklarının da onun eseri olduğu belirlenmiştir. Bunların dışında, halen Topkapı Sarayı Müzesi Hazine Sek-siyonu'nda sergilenen, III. Murad'ın 1588 tarihli divanına aît değerli taşlarla süslü altın cilt kabının (TSM, 2/2107) bordo renk deriden iç kapaklan da ona yakıştırılır. Ayrıca, yazımına ünlü hattat Ahmed Karahisarî'nin başladığı, onun ölümünden sonra manevi evladı ve öğrencisi Hasan Çelcbı'nın tamamladığı büyük boyutlu Kuran-ı Kcrım'ın (TSM. H.S.5) cildinin de onun elinden çıktığına ilişkin görüşler vardır. 16. yy sonlarına doğru baş yardımcısı Kara Mehmed ile birlikte Siyer-ı Nebimn cilt kapaklarını da hazırlamıştır.Bibi. Meriç, Cilt, 5; Anafarta; G. Renda, "İstanbul Türk ve islam Eserleri Müzesi'ndeki Zübdctü'ı-tevarih Minyatürleri", Sanat, S. 6 (Haziran 1977), s. 58-67; Z. Tanındı, "The Miniaturo. of Hünernâme Yol. 11 m The Lıght of a Nevvly Discovered Document", Seventh International Congress ofTurfysfı Ari, Varşova, 1990, s. 237; Tanındı, Cilt, 426, 427; Tanındı, Kitap, 151,152.ABDI (18. yy) Âşık.Hayatı hakkındaki sınırlı bilgimiz elimizde bulunan az sayıda şiirine dayanmaktadır. "Bu bin yüz altmış altıda mücavir Mete'de Abdî"izesinden 1572'de Mekke'de bir süre kaldığı anlaşılan şair, Abdî ve Aşık Abdî mahlaslanyla İstanbul'u konu alan şürler yazdı. Abdî hem aruz, hem de hece vezni kullandı. Daha ziyade gazel biçiminde semai ve divan tarzlarını kullandığı aruzhı şiirlerine karsın, heceyle yazdıklarında 18. yy'm diğer şairlerinde olduğu gibi çoğunlukla destan ve koşma şeklini tercih etti. Şiirlerinde İstanbul'un hemen hemen her semtim hususiyet gösteren güzelleri, güzellikleri, kıyafet ve âdetlerİyle anlattı ve istanbul'a özlem temasını işledi.Sunî'nin Şâirnâme'sin.de yer alan "Şan virdi Bağdad'a Abdi'yle Şarkı " dizesinde adı geçen Abdî muhtemelen hu kişidir. Abdî şiir tarzını Nabî'den aldığını ilen sürmekteyse de Aşık Ömer ve Gevherî'yi taklit ettiği görülür. Yüksek edebi kültür ve zevke sahip Abdi'nin şiirleri her şeyden önce sosyal tarih bakımından önem arz etmektedir.Bibi. N. Kum, "Şâir Abdi ve Güzel istanbul", Yeni Türff, S. 38 (1936), s. 70-74; Ergun, Şairler, I, 203-206; M. F. Köprülü, Tm\ Saz Şâirleri İÜ. Ank., 1962, s. 400, 401; Ş. Elcin, "Şâİrnâmeler ve Sun'î'nin Şairnârne-sı", Tür{ Folkloru Araştırmaları Yıllığı Belleten, 1974, s. 68; V. Araş. "Abdî", TDEA, L 10; S. Sakaoglu, "18. Yy'da Türk Saz Şiiri", Tür/f Dili, c. LVII (1989), S. 445-450, s. 16ü; S. Koz, DRlA, I, 11, 12. | |
| | | BRL
Mesaj Sayısı : 1207 Doğum tarihi : 07/02/94 Kayıt tarihi : 31/03/09 Yaş : 30 Nerden : Bursa Ruh HaLim : Tuttuğu takım : Rep Gücü : Dikkat : Burda ben varım..
Güç Sistemi AktifLik: (10/10) Başarı Puanı: (10/10) GüçLüLük: (10/10)
| Konu: Geri: Osmanlı Ansıklopedısı A C.tesi Nis. 11, 2009 3:20 am | |
| ABDÎ (? 7764 ?) Tarihçi.
Patrona isyanı hakkında yazdığı tarihiyle tanınan Ahdî Efendi'nin hayatıyla ilgili bilgiler, daha çok, kendi eserme dayanır. Bazı kaynaklara göre, III. Ahmcd'in mühürdarı oldu; 1753-64 yılları arasında birkaç defa reisülküttaplığa getirildi. Aynı zamanda şair olan Abdi'nin o devirde yaşamış birkaç Ahdî'den hangisi olduğu kesin olarak ayırt edilememektedir.Târîh-i Sultan Mahmud ilan îbn Sultan Mustafa Han adını taşıyan, takat daha çok Abdı Tarihi adıyla bilmen kitabında Patrona ayaklanmasını, başlangıcından bastırılmasına kadar, canlı bir şekilde anlatmaktadır. Bizzat devrin olayları içinde yaşamış bir kimsenin kaleminden çıkan bu eser, müellifinin şahsı müşahedelerini vermesi bakımından orijinal bir kaynaktır; aynı zamanda bu olay hakkında yazılmış Destarî Salih'in eserinde ve Samı Târihi'nde verilen bilgileri de tamamlar mahiyettedir. Ayrıca bu eserde 1729-30 Iran savaşlarıyla ilgili bilgiler de vardır. Abdî Tanhı'mn Süley-manîye Kütüphanesinde (Esad Efendi, no. 2153) kayıtlı nüshası yayımlandı (1943).Bibi. 1730 Patrona ihtilâli Hacında Bir Eser, Abdı Tarihi, (yay. F. R. Unat) Arık-, 1943; 50, III, 41ü; OM, III, 106; T/İ, I, 32; F. Babinger, "Abdi Efendi", El2 (Fransızca), I, 99; A. Üz-can, "Abdi", D/4,1, 73.ABDÎ (Amasyalı)(Amasya, ? - Sofya 1554) Şair ve kadı.Müeyyedzade olarak da tanınmıştır. Kazasker Müeyyed-zade Abdurrahman Çelebi'nin kardeşidir. Acem üslubuyla yazdığı latif ve usta şiirlerinin yanında hattatlıkla ve özellikle talik yazıyla şöhret buldu; muamma ve nesir tarzında eserler verdi. II. Bayezid döneminde memuriyete başladı. Daha sonra II. Selim kadı tayin etti. Bu sırada Vezir Pirî Pa-şa'ya damat oldu. Kayınpederinin kendisini nişaneı veya defterdar yapmak istemesine rağmen bilinmeyen bir sebepten dolayı azledildi ve hayatının hu döneminde sıkıntılı günler geçirdi. En sonunda Rumeli'de Üsküp, Sofya, Serez gibi bazı vilayetlerde defalarca kadılık görevinde bulundu. Sofya kadısıyken vefat etti. Latifi, Necatı Bey'in divanının giriş kısmında Abdi'yi fazlaca övdüğü için devlet adamlarının gazabından kendini zor kurtardığını sebep zikretmeden söylemektedir. Kaynaklarda şiiri övülen ve bir divan hazırladığı belirtilen Abdi'nin eseri günümüze gelememiştir.Bibi. Latifi, 239; Âşık Çelebi, Meşâirü'j-şuarâ, Süleymaniye Ktp., Pertev Paşa, no. 440, s. 234a; Ali, Künhu l-ahbâr, 263; Divan Edebiyat! İsimler Sözlüğü, Ank., 1988, s. 2; Necati Bey Di f anı, (haz. A. N. Tarlan) İst., 1997, s. 10,11. ABDÎ (Derviş)(Buhara, ?-Medine 1647) Hattat.
| Click this bar to view the full image. | Derviş Abdî-i Mevlevi de denir. Nestalık yazıyı İsfahan'da bu yazının en büyük üstadı olan İmâd'dan (Mir tmâd-ı Haseni) öğrendi. IV. Murad devrinde İstanbul'a gidip Yenikapı Mevle-vihanesi'nc yerleşti ve çalışmalarını burada sürdürdü. İstanbul'a gitmeden önce Nakşibendi tarikatına bağlı olan Derviş Abdi'nin daha sonra Mevleviliği kabul etmiş olduğu anlaşılıyor. Huart onun Beykoz'daki tekkeye yerleştiğini söylerse de bu yanlış olmalıdır. Bir ara hocasını görme arzusuna kapılan hattat, İsfahan'a vardığında onun katledildiğini duyunca çok üzüldü. Imâd'ın evine gidip ailesiyle görüştüğü sırada, hocasının bütün eşyasının ve yazılarının da İran şahı Abbas taralından alındığını öğrendi. Sadece, hocasının kendisine verilmesini vasiyet ettiği bir yazı altlığını teslim aldı. Derviş Abdî evden ayrıldıktan sonra altlığın biraz kalınca olduğunu fark edince açtı ve hocasının on kıta (parça) yazısını bunun içine sakladığını görünce sevindi. İstanbul'a döndüğünde yazı dersleri vermekle meşgul olduğu sırada Sadrazam Tabanıyassı Mehmed Paşa'mn emri üzerine yazdığı bir Şehnâme'mn yazı, kâğıt, tezhip ücreti on sekiz kese altına çıkmıştı. Paşa her şey tamamlandıktan sonra hattata avrıca hin altın verdi. Bu işten sonra hacca gitmeyi arzu ettiğini ve Medine'de kalacağını bildirmesi üzerjne kendisine günde kırk para tahsisat verilmesi, ayrıca yolda ve gittiği yerlerde kolaylık ve saygı gösterilmesi için tavsiye mektupları verildi. Müstakimza-de'nin ifadesine göre, hayatının son devresine ait olan bu bilgiler, yazdığı ve Topkapı Sarayı'nda bir dolapta saklandığı bildirilen Şehname'nin arkasına kaydedilmiştir. Derviş Abdi'nin yaşadığı 17. yy'da Osmanlı hattatları henüz Iran nestalik ekolünün etkisindeydi (Osmanlı nestalik ekolü 19. yy'm başında kurulmuştur). Hocası tarafından Abdi'ye vasiyet ve dolayısıyla hediye edilen on parça yazı o tarihlerde istanbul'da altlık kıtaları olarak meşhur oldu. Bunların şimdi nerede olduğu belli değildir. Derviş Abdı, Iran üslubunu en gelişmiş ve güzelleşmiş şekliyle Osmanlı ülkesine getiren kişidir. Sanat bakımından üzerinde durulmaya değer nestalik yazının onunla başladığı söylenebilir. Keza şecere tertip edenler de en başa onun adını yazarlar. En ünlü tilmizi olan Tophaneli Mahmud bu yazının mahallileşmesine vesile olmuştur. Derviş Abdi'nin eserlerinin bir kısmı TlEM'dedir. Bibi. Suyolcuzade, 51; Nefeszade, 70; Müstakimzade, 682; Habib, 239, 240; Beyani Mehdi, Hojnüvîsan (Nesta'lîl^ Nüvîsan), Tahran, 1346, c. II, s. 423; Rado, 96. ABDÎ (isli Abdî)(Bursa, ? - 1536) Şair, müderris ve kadı.Asıl adı Abdülvehhab'dır. isli Abdî lakabıyla tanınır. Şiirlerinde mahlas kullanmadığından bazı şiirleri başka şairlere ait olarak gösterilmiştir. Kadiri Efendi'den mülazım olduktan sonra Bursa Hamza Bey Medresesi'ne müderris oldu. Bilinmeyen bir sebeple bu vazifeden ayrıldıktan sonra bir müddet sıkıntı çekti, ardından dönemin şeyhülislamı Ebussuud Efendi'ye müracaat ederek Menemen kadısı oldu. Bursa'da, saraya ait vakıfların hesaplarını teftiş ederken vefat etti. Tezkire yazarları ölüm sebebi olarak aşka düşkünlüğünü ve son dönemlerinde bir güzele fazlaca vurulmasını gösterirler. Hatta Tatar Memi isimli bir güzel için hayli şiir söylediğinden, bu aşk yüzünden epey tenkit edildi. Yine önceleri Lamiî ile samimi bir dostlukları varken bu aşk sebebiyle aralarına bir kırgınlık girdi, Lamiî'nin vefatından önce onu ağır bir dille hicvetti. Bu hiciv, Lamiî'nin şahsında Nakşibendi tarikatını ve tarikatın önde gelenlerini hedef alan bir üslupla yazıldığı için devrinde epey küskünlüğe sebep oldu. Bursa'da nüfuzlu bir zatın araya girmesiyle Lamiî ile aralarındaki kırgınlık sona erdi. Vefatı Lamiî'nin vefatından kısa bir müddet sonradır. Tezkire sahipleri ahenkli ve güzel şiir söylemekte usta olduğunda hemfikirlerdir. Yine tezkirelerden öğrendiğimiz kadarıyla az sayıda şiir yazmış ve bir divan tertip etmemiştir. ABDÎ (SabÛnî)(Hemedan ?-Medine, Şam ? 1547) Şair, mutasavvıf.Asıl adı Abdülvehhab olup Hemedanlıdır. Babası bir Nakşi şeyhi olduğu için kendisi de Nakşibendi tarikatının büyüklerinin yanında yetişti. Şah Tahmasb'ın iran'ı istila etmesinin ardından Sünnilere karşı baskıcı uygulamaları sonucu birçok âlim gibi ülkeyi terk etmek zorunda kalan Abdî, Kınalızade'ye göre önce Anadolu'ya, Esrar Dede'ye göre ise Mısır'a gitti. Mısır'da zamanın Mevlevi şeyhi Abdülcelil Efendi'ye intisap etti. Şeyhinin vefatı üzerine kendisine meşihat makamı teklifi yapıldığı halde, uzleti sevdiği için bu teklifi reddetti. Kmalızade Ali Çelebi'nin Kahire'deyken Abdî ile görüştüğünü ve şairi pek fazla sevdiğini oğlu Hasan Çelebi tezkiresinde kaydetmektedir. Esrar Dede, ömrünün sonlarında Hicaz'a gittiğini ve Hz Peygamber'i ziyaretinden sonra Medine'de vefat ettiğini, Kmalızade Hasan Çelebi ise Şam'da gömülü olduğunu bildirmektedir.Muammalarının renkli olmamakla beraber tertibinin kuvvetli olduğunu söyleyen Kmalızade, şairlikte hayli kudretli olduğunu özellikle zikretmektedir. Mir Hüseyin'in muammalarını emsalsiz bir hünerle şerh etti. Farsça olarak kaleme aldığı Nevâ-yı Horos, Sırât-ı Müstafim, Muammiyât-ı Esmâü'l-Hüsnâ isimli eserleri vardır.Asıl mühim eseri Mevlevilik tarihi bakımından kaynak kabul edilen Sevâtçıbul-Menâfyıb isimli eseridir. Bu eser, bazı kısımların çıkarılmasıyla beraber, Ahmed Eflakî'nin Me-nâkıbü'l-ârifîn adlı eseri temel olmak üzere Farsça olarak kaleme alınmıştır. 1540'ta tamamlanmış olan eser bir mukaddime ile her birine "zikr" adı verilen dokuz bölümden oluşmaktadır ve her bir zikir Bahaeddin Veled, Mevlana, Şems-i Tebrizî, Selahaddin-i Zerkûb, Çelebi Hüsameddin, Sultan Bahaeddin, Çelebi Arif, Şemseddin Emir Çelebi gibi Mevlevi büyüklerine ayrılmıştır. Özellikle Bahaeddin Veled çok geniş olarak anlatılmaktadır. Eserin birçok yazmaları arasında 1577'de yazılmış olan Topkapı Sarayı Müzesi Kü-tüphanesi'ndeki nüsha (Emanet Hazinesi, no. 1194) nadide bir eserdir. Eser, yazıldıktan kısa bir süre sonra Türkçeye çevrildi. Bu tercümelerden ilki Kanunî'ye sunulan ve Süleymaniye Kütüphanesi'nde iki nüshası bulunan (Halet Efendi ilavesi, no. 49 ve 50) Derviş Halil Senaî'ye aittir. Mesnevihan Derviş Mahmud Dede'ye ait olan ikinci tercüme ise Konya'da tamamlandı (1590). Birçok yazmaları bulunan bu eser ilk olarak Müzeffâi'n-nüfûs'un kenarında basılmıştır (ist., 1281). Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'nde bulunan nüsha (Revan, no. 1479) minyatürleriyle birlikte Mevlana dan Hâtıralar: Sevâ^ıb-ı Menâfyb adıyla Süheyl Ünver tarafından neşredildi (1973).Bibi. Esrar Dede, Tezkire, Süleymaniye Ktp., Halet Efendi, no. 109, s. 75b-76a; Kmalızade, II, 605; Sâkıb Dede, Sefine, Kahire, 1185, s. 3-8; Kâtip Çelebi, Kesjü'z-zünûn, II, 1077, 1742, 1981; ismail Paşa, I, 641; Gölpınarlı, Mevlevili^, 15, 16; S. Ünver, Mevlana dan Hâtıralar. Sevâ-kıb-ı Menâkıb, ist., 1973; A. Alparslan, "Abdülvehhab es-Sâbûnî", DtA, I, 286, 287; Divan Edebiyatı isimler Sözlüğü, Ank., 1988, s. l, 2. | |
| | | BRL
Mesaj Sayısı : 1207 Doğum tarihi : 07/02/94 Kayıt tarihi : 31/03/09 Yaş : 30 Nerden : Bursa Ruh HaLim : Tuttuğu takım : Rep Gücü : Dikkat : Burda ben varım..
Güç Sistemi AktifLik: (10/10) Başarı Puanı: (10/10) GüçLüLük: (10/10)
| Konu: Geri: Osmanlı Ansıklopedısı A C.tesi Nis. 11, 2009 3:20 am | |
| ABDİ AĞA (18. yy)
Mimarbaşı.Doğum ve ölüm tarihleri hakkında bilgi sahibi olmadığımız Abdi Ağa* Mayıs 1768'de Mehmed Tahir Ağa'nın yerine mimarbaşı olarak tayin edilmiş ve Mart 1770'e kadar bu görevde kalmıştır. 1768'de Hacı Piri Mescidi'nin tamirini yaptığı, Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi'ndeki D. 10702 nolu defterde kayıtlıdır. Bu bilgiyi veren Z. Orgun, Abdi Ağa'nın mührünü de yayımlamıştır.Bibi. Orgun, 334, 340; M. Erdoğan, "Onsekizinci Asrr Sonlarında Bir Türk Sanatkârı Hassa Başmımarı Mehmed Tahır Ağa Hayatı ve Mesleki Faaliyetleri", TD, VII, 10 (1954).ABDİ EFENDİ (Abdürrezzak)(İstanbul, 1835 - 29 Ağustos 1914) Ortaoyuncu, tiyatrocu.Abdi EfendiAbdürrezzak'ın doğumu ve ölümü hakkında bilinenler pek fazla değildir. Babası ve annesi üzerine bilinenler de çok azdır. Bir süre Bitpaza-rı'nda tellallık, sonra Şehzade Camii avlusunda bileyci çıraklığı yaptı, Yeni Cami yakınında usturacı Fehim ustanın yanında çark çevirdi, bir süre de gezici muhallebicilik yaptı. 1873'te Bağlarbaşı'nda orta-oyununda Kavuklu'ya çıktığı biliniyor. Bu bilgiden hareketle, ortaoyununa daha evvel başlamış olduğu ve uzun bir süre uğraştığı anlaşılıyor. Daha sonra Galata'da Amerika Tiyatrosu'nda Peruz Hanım'la çalışan Abdi Efendi, Kavuklu Hamdi ile Şehzadebaşı'nda tuluat temsillerine de katıldı. Kendisi Handehane-i Osmani Kumpanyası adlı bir topluluk kurdu. Bu topluluk uzun süre temsiller verdi. Kendi çağında "Abdürrezzak'ı udhuke ahlak", "Udhukeperdaz-ı şehir" diye nitelendirilen Abdürrezzak'ı seyreden Fransız elçisi onu Fransızların en önemli sanatçısı Coquelin'le kıyaslamışım Yabancı bir görgü tanığı Abdürrezzak'ın bir oyununu seyrettikten sonra şunları söyler: "Oynadığı oyunların çoğu Babıâli'de çalışan kimi genç görevlilerce adları gizlenerek yazılmıştır. Bu ulusal oyunların işledikleri konular çoğu kez halk yaşamından, efsanelerden, masallardan alınmıştır, ancak, her zaman siyasal anıştırmalardan uzak kalabilmiştir."Bir ara idari bir görevle saraya alındı. Görevi konusunda kaymakam ya da mülazım-ı sani gibi farklı varsayımlar ileri sürülür.II. Meşrutıyet'ın ilanı ile birlikte pek çok tiyatro topluluğu kuruldu. Yıldız Sarayı'nda çalışan, aralarında Abdürrezzak'ın da bulunduğu sanatçılar Yıldız Kumpanyası'nı kurdular. Kumpanyanın ilk yılında, Abdürrezzak Vatan yahut Silistre'de Abdullah Çavuş'u oynadı. Ancak, Meşrutiyet döneminde Küçük ismail ile birlikte daha ziyade kendi anlayışına uygun oyunlar vermeyi tercih etti. Bu oyunlar eskisikadar dikkat çekmedi. Bu yıllarda, tiyatroda ilgi bir başka yöne kaymış, daha çok, amatör toplulukların oynadığı tarihi ve siyasi dramlar ilgi görür olmuştu. ABDİ PAŞA (Çerkez)(? - istanbul 14 Haziran 1880) Vezir. Sadrazam Hüsrev Paşa'nın kölelerindendi. Enderun'da öğrenim gördü. Askerlik mesleğine girdi, 1831'e kadar sarayda hocalık yaptı. Sırasıyla miralaylığa (1832), mirlivalığa (1838), ferikliğe (1839) yükseltildi ve 3. Ordu'ya memur edildi. Epır ve Tesalya'da ayaklanan Yunanlılara karşı savaştı (1854). Haziran 1862'de vezir, ardından 3. Ordu müşiri oldu. Serdarıekrem Ömer Paşa'nın yanında Karadağ savaşlarına katıldı. 2. Ordu (1865), daha sonra ikinci defa 3. Ordu müşirliğine getirildi (1869). 1871'de Şûra-yı Devlet azası oldu. Tan-zimat-ı Askeriye üyeliği (1873), zaptiye müşirliği, 3. Ordu müşirliği ve Manastır vali vekilliği (1876), bu göreve ek olarak Yanya valiliği (1877) görevlerinde bulundu. 1878'de son olarak Dar-ı Şûra-yı Askeri üyeliğine getirildi (1878). ABDULLAH (Muhsinzade)(İstanbul, 1832 - 1899) Reisül hattatin unvanını kazanmış aklam-ı sitte hattatı.II. Abdülhamid'in Istabl-ı Amire müdürü Mehmed Bey'in oğlu ve Damat Mahmud Paşa'nın torunudur. On bir yaşındayken Beşiktaş'ta Kapu Ağası Mektebi yazı hocasından ilk aklam-ı sıtte derslerini meşk ederek icazetname aldı. Burayı bitirdikten sonra Kazasker Mustafa Izzet'e müracaat ederek yazının inceliklerini öğrendi ve hattat Şefik Bey ile birlikte celi yazıda onun şivesini sürdürdü. Bayezid'deMcnşe-i Küttâb-ı Askeriye hat hocası meşhur Şevki Efen-di'nin vefatıyla İ877'de onun yerine tayin edildi. Bu sırada II. Abdülhamıd'in emriyle kendisine reİsülhattatın (hattatların reisi) unvanı tevcih edildi.Aklam-ı sıttede Hafız Osman ekolü, yani klasik yolda olan hattat, bu yazılarda gösterdiği ustalığı celi yazıda gösterememiştir. Bu yazıda ne Kazasker'e, ne de celide başka bir ekol sahibi olan Mahmud Celaladdın'e benzerse de genellikle hocası Kazasker şivesindedir. Muhsinzade'nin en büyük meziyeti Türkçe kelimeleri satıra oturtma ustalığıdır. Arkadaşı hattat Şefik Bey ile birbirlerini çok severler ve karşılıklı üstat diye hitap ederlerdi. Kendisini tanıyan îbnülcmm Mahmud Kemal İnal, onun uzun boylu, beyaz top sakallı, dindar, terbiyeli, ikramcı ve hoşsohbet bir kişi olduğunu bildirir.Sultanhamamrnda Hacı Köçek Camin'nin dış kapısı ile kapıya bitişik çeşme üstündeki manzum kitabe ve hocası Kazasker'in mezar taş: yazıyı onundur. TSMK'de bir levhası vardır (GY. 1328).ABDULLAH (Seyyid, Yedikuleli)(istanbul, 1670 - 1731)Hattat.Hz Peygamber sülalesinden olduğu için Seyyid unvanını taşır, yeşil sarık sarardı. Bir adı da Emir olduğu için Emir Efendi olarak da anılır, İstanbul'da Yedikule semtinde doğduğu için hattatlar arasında Yedikuleli unvanıyla tanınan Seyyid Abdullah, Yedikule Kapısı içinde îmrahor Camii imamı Seyyid Hasan el-Haşirnî'nin oğludur. 1686'da başvurduğu ünlü hattat Hafız Osman'dan aklam-ı sitteyi öğrenerek icazetname aldı ve akranlarına nispetle usta bir hattat oldu. Edirne Sarayı'nda yazı hocalığı yaptıysa da daha ziyade babasının vazife gördüğü îmrahor Camii imamlığı ile 1708'den sonra İstanbul sarayı yazı hocalığında bulundu. Kısa zamanda şöhrete ulaştı. III. Ahmed'in iltifatlarına mazhar oldu. Hocası tarafından da takdir edildi. Devrin büyüklerinden birinin sorması üzerine Hafız Osman, Yedıkulelı'yi göstererek, "Seyyid Çelebi budur, benden güzel yazar" dediği meşhurdur. Yedikuleli, Halveti tarikatına mensuptu.Yetiştirdiği Öğrencileri arasında en tanınmışları Eğrikapıh Mehmcd Ra-sim ve Şekcrzade Mehmed Efendi'dir. Vefatında Eyüp Sul-tan'da Şah Sultan Dergâhı karşısındaki mezarlıkta toprağa verildi. Mezar taşını öğrencisi Şeyh İbrahim Dede yazmıştır. 1987'de yol genişletıldiğı sırada bu taş kaybolup gitmiştir.Yedikuleli nesih hattı hocası Hafız Osman derecesinde yazmıştır. Eserlerini hocasınınkinden fark etmek zordur. Sülüste ise onun kudretinde yapamamıştır. Bu bilgileri veren üstat Necmeddin Okyay onun celilerine, yani iri yazılarına rastlamadığını belirtir. Seyyid Abdullah, Enam, evrad, rnurakka ve hilye olarak bin kadar eser bırakmıştır, Ayrıca 24 Kuran yazmıştır ki bunlardan ikisi III. Ahmed'in emriyle yazılmış olup bir tanesi İÜ Kütüphanesi'nde (A. 6543) bulunmaktadır. .Seyyid Abdullah in bir hilyesi,
| Click this bar to view the full image. | II. Abdülhamıd'in Yıldız Sarayı Kütüphanesi'nden gelen bu Kuran cilt ve tezhip bakımından bir şaheserdir. 1712'de yazılan eserin müzehhıbi belli değildir. Cildi elmas, yakut, zümrüt ve firuze taşlarıyla süslüdür. Hattatın aynı kütüphanede iki adet de ınurakkaı (yazı albümü) vardır (A. 6509 ve A. 6510). .Bibi. Suyolcuzade, 59; Müifakimzadc, 269-271; H;ıbib. 118; HIKI rt, 159; Rado, U6-1.38; U. Derman, "Sultan Üçüncü Ahmed'in Yazdırdığı Mushaf, Kültür ve Sanat, S. l (1988), s. 70-74; Derman, islam, 201.ABDULLAH AMASÎ(Amasya, ıs- - 16. yy) Hattat.Şeyh Hamdullah'ın çağdaşı olan hattat hakkında maalesef eserlerinden başka bilgiye sahip değiliz. Bazı kaynaklarda, İlyas b. Ali adında birinin oğlu ve Şeyh Hamdullah'ın akrabası olduğu bildirilir. Nesru'l-Leâlî adlı eserinde, yazıyı Celaleddın Amasî'den öğrendiği belirtilen hattatın, Kanunî için yazdığı 1523 tarihli Kuran halen Topkapı Sarayı'ndadır (TSMK. EH. 58). Ünlü hattat Şeyh Hamdullah'ın akrabası ve belki de Öğrencisi olan Abdullah Aması, şeyhin oğlu Mustafa Dede'nin hat hocası olup yetişmesinde rol oynamıştır. F,. H. Ayverdİ, Aması hakkında şu fîkrı ilen sürüyor: "Eğer Şeyh Hamdullah'ın her türlü mukayese fevkindeki kudretli üslubunun doğduğu asra tesadüf etmeseydi daha büyük bir mevki tuiardı denilebilir". Kendisine has bir üslupla dikkat çeken Aması5nin, yukarıda bahsi geçen Kuran'dan başka bilinen, nesih harla yazılmış Türkçe bir Mevlîd-ı Şerif/(TSMK. YY. 172), Nesru'l-Le-âlı li Alıyyı'l-Alı (Süleymanıye Ktp., no. 10), İmzalı bir kıta (TlEM, no. 2431), bir başka kim (TSMK, no. 2300) ve Ekrem Hakkı Ayverdi'nin özel kitaplığında bîr meşk murak-kaı vardır.Bibi. Âli, Uenafyb, 25; Habib, 82; Nefeszade, 54; Suyolcuzade, 82; Müs-takimzadc, 89; Rado, 48; E. H. Ayverdi, Fatih Devri Hattatlar; ve Hat Sanatıjsr., 1953, s. 9-12.ABDULLAH b. SUUD(?- İtanbul 17 Aralık 1818) Vehhabi emin.Babası Suud b. Abdülazız'ın ölümü üzerine 1814'te Suudilerin başına geçti. Kardeşiyle olan anlaşmazlığını hallettikten sonra, Mısır valisi Mehmed Alı Paşa'nın Hicaz bölgesinde asayişi sağlamakla görevlendirdiği kuvvetlerle mücadele etti. Mehmed Ali Paşa'nın oğlu Tosun Paşa İle mütareke yaptı, ancak, sulh müzakereleri bir netice vermedi. 1816'da ölen Tosun Paşa'nın yerine kardeşi ibrahim Paşa'nın geçmesiyle mücadele daha da şiddetlendi. Mayıs 1817'de ibrahim Paşa kuvvetlerine mağlup olarak Deriye'ye çekildi ve kuşatıldı. Beş aylık bir muhasaradan sonra, dört oğlu ve adamlarıyla birlikte ele geçirildi. Önce Medine'ye, oradan da Kahire'ye götürülen Abdullah b. Suud, daha sonra, kâtibi ve hazİnedarıyla birlikte İstanbul'a gönderildi. Aralık 1818'de, Haliç'te Defterdar İskelesi'ne çıkarılarak halka teşhir edildi. Babıâli'ye getirilerek bostancıbaşı nezaretinde üç gün sorgulandıktan sonra idam edildi. | |
| | | BRL
Mesaj Sayısı : 1207 Doğum tarihi : 07/02/94 Kayıt tarihi : 31/03/09 Yaş : 30 Nerden : Bursa Ruh HaLim : Tuttuğu takım : Rep Gücü : Dikkat : Burda ben varım..
Güç Sistemi AktifLik: (10/10) Başarı Puanı: (10/10) GüçLüLük: (10/10)
| Konu: Geri: Osmanlı Ansıklopedısı A C.tesi Nis. 11, 2009 3:21 am | |
| ABDULLAH BEY (Macarlı)
(7799-7874) Hekim, jeolog ve zoolog.Aslen Avusturyalı olup adı Kari Edvvard Hammersch-mıdt'dır. 1848'de Macar mültecileriyle beraber İstanbul'a geldi. 1850'de Mekteb-i Tıbbİye'de ilmü'l-hayvanat (zoolo)i) ve ılmü'1-arz ve'1-maadın (jeoloji ve mineraloji) derslerine muallim muavini oldu. Bu sırada, Avusturya'nın baskısıyla Şam'daki bir hastaneye atandı. Orada islamiyet! kabul ederek Abdullah adını aldı. Bu nedenle Macarlı Abdullah Bey olarak bilinir.Avusturya'dayken hukuk öğrenimi gördü ve bir süre avukatlık yaptı. Daha sonra tıp ve doğa bilimleri ile ilgilenerek jeoloji, paleontoloji ve entomoloji alanlarında tanındı. 1853'te tabip miralay rütbesiyle Kırım Harbi'ne katıldı. 1862'de ilmü'1-arz ve'l maadin bocası oldu. 1865'te Türkiye adına Cenevre Antlaşma-sı'nı imzaladı. 1867'cle Paris Uluslararası Jeoloji, Minerolojİ ve Paleontoloji Sergİsfnde Boğaziçi yöresinden topladığı 1200 adet envanteri sergiledi. Kanlıca'da bulduğu trilobite türü bir fosil bilimsel nomenklatürde "Cryphseus Abdulla-hı" olarak tescil edildi.1870'te Tarıh-ı Tabı'î Nümûnehanesi (Müzesi) kurmakla görevlendirildi. 1872'de umumi hayvanat okutmaya başladı ve 1872'de Cemiyet-i Tıbbiyc-i Şahane'ye başkan seçildi. 1874'te açık arazide bilimsel bir çalışma sırasında rahatsızlanarak vefat etti. Ölümünden sonra yayımlanan llmul-arz ve'lmaadın isimli eseri ülkemizde ilk jeoloji-mİneroloji kitabıdır.Türkiye'de jeoloji ve entomolojinin ve (günümüze Kızılay Derneği olarak ulaşan) Mecrûhîn-i Asakir-i Osmaniye'ye Muavenet Cemiyeti'nin kurucusudur. Mecidi Nişanı ve Rus, İtalyan ve Avusturya liyakat madalyaları sahibidir.Bibi. F,. Ozbilgen, "Batı Bilimini Türkiye'ye Aktaran ilk Ders Kitapları", Müteferrika, S. 2, s. 183-185.ABDULLAH BEYEFENDİ (Dürrîzade)(İstanbul, ? - Mekke 1923)Şeyhülislam.Rumeli kazaskeri Dürrîzade Mehmed Efendı'nin oğludur. Küçük yaşta babasından dini dersler aldıktan sonra Fatih Demırköşe ve Sultan Selim Rügtiyesi'nde okudu. Bu arada özel hocalarla Arapça ve Farscasmı ilerletti. Daha sonra Fatih Medresesı'ne devam ederek Fatih dersiamlarından Eğinli Hoca olarak tanınan İbrahim Hakkı Efendi'den icazet aldı. 1887'de Bab-ı Fetva Mektubi Kalemİ'nde mülazım oldu. 1890'da yapılan bir imtihanla İstanbul müderrisliği rü-usunu kazandı. Medrese derecelerini, daha sonra da kaza derecelerini kısa aralıklarla kat ederek 1896'da Bilad-ı Hamse, 1897'de Haremeyn, 1901'de İstanbul payelerini aldı. Babasının kazaskerliği sırasında bir ara gayri resmi olarak kazaskerlik kethüdalığında bulundu. 1897'cle babasının kazaskerlikten istifası üzerine o da Mektubi Kalemi'nden ayrıldı. Ankara kadılığına gönderilmek İstendi, ancak, saraydan gördüğü destekle İstanbul'da kaldı ve 1901'de Meclis-i Tedkikat-ı Seriye üyeliğine seçildi. 1902'de Anadolu kazaskerliği payesini aldı.Merkez Tensik Komisyonu tarafından kendisine önce Galata kadılığı verildiyse de sonradan bu komisyonca 1909'da Anadolu kazaskerliğine tayın edildi ve iki yıl sonra bu görevden ayrıldı. 1918'de tekrar memuriyete dönen ve Defter-i Hakanı Emanat-ı Aliye dairesinde göreve başlayan Abdullah Beyefendi 1919'da padişah emriyle Tedkik-i Mc-sahîf ve Müellefat-ı Seriye Meclisi başkanlığına tayin edildi. Aynı yıl içinde görevi meşihat makamı müsteşarlığına nakledildi. Hulusi Salih Paşa'nın istifası ile Damat Ferid Paşa sadarete getirilince kurulan yeni kabinede şeyhülislamlık görevi, ittihatçılara karşı şiddetli muhalefetiyle tanınan ve siyasetin fiilen içinde yer alan Mustafa Sabri Efendi yerine Nisan 1920'de Dürrîzade Abdullah Beyefendi'ye verildi.Abdullah Beyefendi Anadolu hareketine karşı daha temkinli davranmışsa da Damat Ferıd hükümetinin Kuva-yı Milliye aleyhine çıkarmış olduğu beş fetvayı 11 Nisan 1920'dc imzalaması ile re.srnen tavrım ortaya koymuştur. Bunun üzerine Ankara hükümeti, Ankara müftüsü Rıfat Efendi'yc (Börekçi) mukabil fetva hazırlatmış ve bu fetvayı çok sayıda müftü, kadı ve müderrisin dışında birinci meclisteki ilmiyeden mebuslar da İmzalamıştır.Abdullah Beyefendi, Sadrazam Damat Ferid Paşa muahede şartlarım görüşmek üzere ikinci defa Paris'e gittiğinde sadarete vekâlet etti. 31 Temmuz 1920'de Damat Ferid kabinesinin istifasıyla, 3 ay 25 gün süren şeyhülislamlık görevi sona erdi. Bir süre İstanbul'da kaldıktan sonra Milli Mücadele'nin kazanılması üzerine, 1922 Eylülünde Rodos'a kaçtı, oradan italya'ya geçti. Hac için Mekke'ye gitti ve Ha-rem-ı Şerifte vefat etti.Bibi. İstanbul Müftülüğü, İstanbul Şer'iyye Sicil Defteri, [V, 235; Da-nişmend2, V, 164; Albayrak, 1,10, 11; E Bilici, "Büyük Bir Şeyhülislam Ailesinin Son Halkası: Dürrizâde Abdullah Beyefendi", Prof. Dr. Befyr Kütülçpğlu'na Armağan, ist., 1991, s. 307-318; M. Z. Pakalın, "Dürrî zade Abdullah Bey". tTA, II, 246, 247: F. R. Unat, D. A. Rııstow, "Dürrizâde Abd Anah Bey", El2, II, 630; M. İpşirli, "Dürrîzâde Abdullah Beyefendi", DÎA, X, 36.ABDULLAH BOSNEVÎ(Bosna 1584 - Konya 1644) Fususu'l-hıkem şerhiyle tanınan Melamı mutasavvıf.Bosna'da başladığı dini eğitimim İstanbul'da tamamladı. Bursa'ya giderek Bayramı Mclamilerinin kutbu Hasan Kabâdûz'a intisap etti. Ayrıca Şemseddin Sivasî halifelerinden Abdülmecıd Efendi vasıtasıyla Halvetiliğe bağlandı. Çıktığı hac yolculuğunda önce Mısır'a uğradı ve Arap coğrafyasında Melamiliğin tanınmasını sağladı. Dönüsünde bir süre Şam'da kaldı. Hayatının son yıllarını Konya'da geçirdi. Mezarı burada Sadreddın Konevî'nin kabrinin yanındadır.Abdullah Bosnevî vahdet-ı vücut düşüncesini Anadolu-Balkan tasavvuf kültürü içinde temsil eden başlıca mutasavvıflardandır. İbnı Arabi'nin Pususu l-hı^em'vns, önce Arapça bir şerh yazmış (Süleymaniye Ktp., Şehit Ali Paşa, no. 1247), daha sonra Tecellıyâtü arâisi'n-nusûs fî manassâti hikemi'l-fusûs adıyla Türkçe olarak kaleme almıştır. Eserin Bulak (1252/1836) ve İstanbul (1290/1873) baskıları vardır. İngiliz-ceye de çevrilen bu şerh yanlışlıkla İsmail Hakkı Bursevî'nin adıyla yayımlanmıştır (İsmail Hakkı Bursevi's Translation of and Commentary on Fusus al-Hikem, I-IV, çev. B. Rauf, Oxford, 1986-1991). Bosnevî'nin şerhi 12 bölümde vahdet-i vücutun temel kavramlarını açıklar. İlmiye sınıfı tarafından da büyük rağbet gören bu şerh, Bayramı Melamilerinin Yazıcı-oğlıı Mehmed Bîcan ile başlayan Fusûsu yorumlama geleneğinin güçlü bir halkasıdır. | |
| | | BRL
Mesaj Sayısı : 1207 Doğum tarihi : 07/02/94 Kayıt tarihi : 31/03/09 Yaş : 30 Nerden : Bursa Ruh HaLim : Tuttuğu takım : Rep Gücü : Dikkat : Burda ben varım..
Güç Sistemi AktifLik: (10/10) Başarı Puanı: (10/10) GüçLüLük: (10/10)
| Konu: Geri: Osmanlı Ansıklopedısı A C.tesi Nis. 11, 2009 3:21 am | |
| ABDULLAH BUHARÎ (18. yy) Nakkaş, lake ustası
Abdullah Buhari imzalı lake cilt kapağı1728-45 arasında eserler verdiği, günümüze ulaşan imzalı ve tarihli eserlerinden anlaşılmaktadır. Yaşamı hakkında bilgi veren bir kaynak yoktur. Geleneksel minyatür üslubunun çözülmeye başladığı 18. yy'm ikinci yarısında eserler vermiş son Osmanlı nakkaşlarından bindir. Döneminin kadın ve erkek tiplerini kıyafetleriyle yansıtan tek veya çift figürlü min-yatürlerîylc, oldukça gerçekçi üslupla çalışılmış çiçek resimlen müze ve kütüphanelerimizde korunan albümler İçerisinde yer alır. İÜ Kütüphanesi'ndeki bir albüm (T.9364) sadece onun eserlerini içerir. Bu albümdeki tek sayfa minyatürler arasında bir şehzade, bir berber, saray erkânından kavuklu, sarıklı ve ellerinde keyif çubukları taşıyan İstanbullu erkekler, ev içi kıyafetleriyle İstanbullu hanımlar ve adalarda yaşayan bir Rum kadını dikkat çekici tiplerdir. TSM Kütüpha-nesi'nde de bir albüm İçerisinde (H.2143) ve ayrıca tek yapraklar halinde (Y.Y.1042, 1043, 1086) korunan aynı tarzda minyatürleri bulunmaktadır. Bunlar arasında da, tek figür kadın tasvirlerinin yanı sıra, hamamda yıkanan çıplak bir kadını betimleyen minyatürü, bu dönemde değişen dünya görüşü sonucunda, ele alınmaya başlayan yeni konulardan biri olarak önem taşır. Figür tasvirlerinde üçüncü boyutu veren hacımlendırme girişimlerinde bulunmuş ve kemer toka lan, gerdanlık taşları gibi bazı ayrıntılara renkli ve parlak kâğıtlar yapıştırarak, dönemin minyatür geleneğinde yeni bir uygulama başlatmıştır. Resmettiği figür tiplerinde Osmanlı kadın ve erkeklerinin kıyafetleriyle günün modasını belgelemiştir. Çiçek resimlerinde ise, Batılı tarzda gerçekçi hır resim üslubunu benimsemiştir. TSM Kütüphanesı'ndekı bir albümde (H.2155) bulunan ve sanatçının fırçasından çıkma, ikisi imzalı, gül ve lale minyatürleri onun iyi bir doğa gözlemcisi olduğunu kanıtlayacak yetkinliktedir. Sanatçı üç boyutlu manzara resimlerinin yapılmasında da öncü bir nakkaş olmuştur. TSM Kütüphanesi'nde korunan 1728 tarihli bir eserin (E.H.1380) lake teknığındekı cilt kapaklarının şemseleri içerisine yaptığı ıkı manzara resmi de gerçekçi tarzda yapılmış en erken tarihli fıgürsüz manzara kompozisyonları olarak sanat tarihi yayınlarında yer almıştır.AHMET MUHTAR PAŞADoksan üç harbinin doğu cephesi kumandanı ve Osmanlı sadrazamı.1839(H.1255)tarihinde Bursa’da doğdu.Katırcıoğlu ailesinden Halil Efendi’nin oğludur.Büyük bir asker,kıymetli bir komutan idi.Müşir(mareşal)Gazi ünvanlarına sahip oldu.Ömrünün son yıllarında kısa bir süre sadrazamlık yaptı.Fakat askerlikte gösterdiği başarıyı siyaset sahasında gösteremedi.İttihad ve Terakki ile müşterek hareket ederek,Sultan Abdülhamid Han’ın tahttan indirilmesinde ve balkan harbine girilmesinde faal rol oynadı.Onun bu başarısızlıkları,kazandığı şöhreti ve şahsiyetini lekeleyen hareketlerin başında gelmektedir.1919’da İstanbul’da vefat etti.Ahmet Muhtar,1851’de 12 yaşında Bursa Askeri Lisesine kayıt oldu.Başarıyla liseyi bitirip 1856’da İstanbul’da Harbiye’ye girdi.Dört senelik bir tahsilden sonra 19 mart 1860’da mektebi bitirerek mülazim oldu.Bir senede erkan-ı Harbiye’de okudu.Sınıfını birinci olarak bitirip kurmay yüzbaşı olarak askerlik hayatına atıldı.İlk tayini Karadağ’a çıktı.1861 yılında Osmanlı topraklarından Hersek ve Karadağ bölgesinde isyan çıkmış ve ayaklanmayı bastırmak üzere serdar-ı Ekrem Müşir Ömer Lütfi Paşa vazifelendirilmişti.Ahmet Muhtar,Ömer Lütfi Paşanın emrinde hizmete başladı.Askerliğinin bu ilk günlerinde birliği ile yaptığı muharebelerde üstün bir kabiliyet ve cesarete sahip olduğunu gösterdi.Gösterdiği başarıdan dolayı,mecidi nişanı ile mükafatlandırıldı.Onun bu ilk harekattaki başarısı,kişiliğini ortaya koymuş,metanet,sabır ve sebat gibi kıymetli hasletleri üzerinde taşıdığına şahit olunmuştu.Ostrok’da yaralanmış,kıdemli yüzbaşılığa terfi ettirilmişti.1862’de de kara harp okulunda öğretmenlik yapmış,balistik ve teknik konularda ders vermiştir.1868 tarihinde Karadağ hudutlarında yapılacak değişiklik komisyonunda komiserlik vazifesini yürüttü,bir sene sonrada miralay oldu.1870’de de komiserlik uhdesinde de kalmak üzere askeri şura üyeliğine getirildi.Bu yılın sonunda da mirliva yani paşalığa terfi etti. O sırada yemende başlayan ayaklanmayı bastırmak üzere görevlendirildi.6 Aralık 1870’de Dersaadet’ten ayrılan Ahmet Muhtar Paşa Yemen’e hareket etti.İsyancıların başı olan Muhammet Bin Eis,Rayda kalesine sıkıştırarak teslim aldı ve diğer isyancılarla birlikte cezaları verilmek üzere İstanbul’a gönderdi.çok muhkem olan bu kaleyi hiç denecek kadar bir zaiyatla teslim alması,onun askeri kabiliyetine bir delil teşkil etti.Bu hareketiyle padişahın takdirine mashar olup kendisine ferik rütbesine geldi.Bundan dört ay sonrada Yemende yedinci ordunun kurulmasına karar verildi ve 10 Eylül 1871’de rütbesi müşirliğe terfi ettirilerek,Yemen’in vali ve komutanlığına tayin edildi.1861’de Erkan-ı Harbiye’yi bitirmiş olan Ahmet Muhtar Paşa on sene gibi pek kısa bir zamanda,harplerde gösterdiği kahramanlığının neticesi 32 yaşında askerlik mesleğinin zirvesine yükselmiş,müşirlik rütbesine kavuşmuştur.Yemen valisi Ahmet Muhtar Paşa,ilk olarak San’a şehrinin alınmasına karar verdi.Ordusu ile Haraz Dağ’ı üzerinden geçerek San’a’ya gitmeyi planladı.Çünkü bu dağda o bölgeye hakim isyancılara yardım eden ismailiyye sapık fırkasına mensup Hasan bin İsmail adında biri vardı.Emrinde güçlü gözü pek askerler bulunuyordu.Ahmet Muhtar Paşa kısa zamanda bu kısa zamanda bu sapık fırkanın reisini teslim aldı.Yemende askeri ve idari ıslahatlar yapan,bütün isyanları bastırıp Osmanlı nüfusunu temin eden ve üç sene valilik görevini başarıyla yürüten Ahmet Muhtar Paşa 1873’de de 4.Ordu kumandanlığına ve Erzurum valiliğine tayin edildi.Bu vazifede kaldıktan sonra İstanbul’a çağrıldı.13 Ocak 1876 tarihinde Bosna Hersek Cephe Kumandanlığına atandı.Aldığı tedbirlerle Hersek ayaklanmasını bastırdı.Ahmet Muhtar Paşa,8 Şubat 1877’de Doğu Anadolu Harekat alanı kumandanlığına atandı.Bu görevi ile Ruslara karşı yaptığı çatışmayı büyük zorluklara rağmen kazanmasını bildi.Bu muharebede bin Mehmetçik şehit olurken üç bin Rus öldürülmüştür.Ahmet Muhtar paşanın askerlik hayatındaki en büyük başarılarından biri olan bu zaferle ordumuzun sağ kanadı ve Erzurum yolu emniyete alındı.Kasım ayı başında Rus kuvvetleriyle Deveboynunda yapılan çarpışmada Türk birlikleri Erzurum kalesine çekilmek zorunda kaldı.9 Kasımda Aziziye Tabyası düştü.Fakat genç,ihtiyar,kadın,erkek halkın kılıç,sopa,kazma,balta hücuma geçmesiyle geri alındı.Bu sırada Gazi Ahmet Muhtar Paşa İstanbul’a çağrıldı.25 Aralıkta Erzurum’dan ayrılıp derseadete hareket etti.yerine tayin edilen müşir kurt İsmail Hakkı Paşa,31 Ocak 1878’de Ruslarla bir protokol imzalayıp Erzurum’u Ruslara teslim etti.Ahmet Muhtar Paşa 9 Ocak 1878’de İstanbul’a geldiğinde batıdan hücuma geçen Rus ordusu Edirne yakınlarına gelmişti.Padişah Rusları durdurmak üzere gazi Ahmet Muhtar Paşayı Çatalca istihkamları komutanlığına tayin etti.3 Martta Ruslarla antlaşma yapıldı.Ahmet Muhtar Paşa Erkan-ı Harbiyye-i Umumiye riyasetine tayin edildi.9 Eylül 1878’e kadar görevi yürüten paşa isyan eden Girit’e gönderildi.Ahmet Muhtar Paşa Kandiye yakınlarında Hıristiyan liderlerle toplantı yaparak 8-10 maddelik bir antlaşmayla durumu tatlıya bağladı.1880 ağustosunda teftiş yüksek kurulu başkanlığına getirildi.1883 eylülde Almanya ve İtalya’ya elçi gönderildi.7 Ekim 1892’de mısır fevkalade komiserliğine tayin edildi.1908’ meşrutiyetin ilanıyla ayan meclisi üyeliğine bir müddet sonra aynı meclisin reis vekilliğine,1911’de ise ayan meclisi reisliğine getirildi.22 Temmuz 1912’de Sadrazam oldu.Kurduğu kabinede üç eski sadrazam nazır olarak bulunduğu için Büyük Kabine olarak bilinir.Bu kabinede bulunan eski sadrazamlar;Kamil Paşa,Avlonyalı Ferit Paşa,Hüseyin Hilmi Paşadır.Aynı zamanda kabinede oğlu Mahmut Muhtar Paşanın bulunmasından dolayı Baba- Oğul kabinesi olarak da bilinir.Sadareti sırasında Balkan Savaşı başladı.29 ekim 1912’de bu vazifede başarılı olmadığı için istifa edip ayan meclisi üyeliğini sürdürdü.20 kasım 1917’de bu vazifeyi de bırakıp evinde istirahate çekildi.22 ocak 1919 senesinde Fenerbahçe’deki evinde ebedi aleme göç etti.Ahmet Muhtar Paşa aynı zamanda ilim ehli bir kimse idi.Matematik takvim ve astronomi alanlarında başarılı çalışmaları vardır.Yazdığı eserler şunlardır:Riyaz-ül-Muhtar,Mir’at-ül-Mikat Vel-Edvar ve bu eserin zeyli Mecmua-yı Eşgali.bu eserlerinde namaz vakitleri,basita denilen aletin kullanılması şafak,fecir,tan hadisedeleki gibi konularda geniş bilgi verilmektedir.İslah-üd-Takvim,Takvim-üs-Sinin,Takvim-i Mali,Sergüzeşt-i Hayatımın cildi sanisi,1294 Anadolu Rus muharebesi.AFİTABÎ(?-Amasya 1494) Şair, vaiz.Medrese öğreniminin ardından tarikata intisap etti. Vaizlik mesleğiyle hayatını sürdürdü. II. Bayezid ve Şehzade Ahmed'in meclislerine devam etti. Son yıllarında münzevi bir hayat yaşadı. Sehî ve Âşık Çelebi tezkirelerinde Çırağ adlı birisine tutulduğu anlatılır. Devrinin kudretli bir şairi olmasına rağmen divanı elimizde yoktur. Fakat pek çok şiiri tezkire ve mecmualar vasıtasıyla günümüze kadar gelmiştir. Bu şiirlerin önemli bir özelliği âşıkane kısımlarında usta ve renkli söyleyişlerdir.AGÂH EFENDİ (Çapanzade) (istanbul 1832 Atina 1885) Tanzimat devri gazetecisi.Yozgatlı Çapanzade Ömer Efendi'nin oğludur, ilk tahsilinden sonra bir süre Galatasaray Tıbbiye Mektebi'nin hazırlık sınıfına devam etti, ancak burayı bıtıremeden Babıâli Tercüme Odası'na memur oldu (1849). 1852'de Paris sefiri maiyet kâtibi olarak Fransa'ya gitti. Dönüşte önce Karantina müdür muavinliğine, daha sonra Rumeli orduları baş mütercimliğine tayin edildi. Mos tar'da mutasarrıf vekilliği (1857), Hersek'te geçici meclis reisliği yaptı. 22 Ekim 1860'ta, Şinasi ile birlikte Osmanlı Devleti'nde ilk özel gazete olan Tercümanı Ahvai'ı çıkardı. Ertesi yıl Postahanei Ami Agâh Efendi re nazırı oldu ve ilk defa posta pulu kullanma usulünü uygulamaya koydu. Bir süre vapurlar nazırlığı ile Ereğli Kömür Madenleri nazırlığı yaptı. Yeni Osmanlılar Cemiyeti'nin üyesi olarak 31 Mayıs 1867de gizlice Fransa'ya kaçtı. Oradan diğer cemiyet üyeleriyle birlikte önce Londra'ya, daha sonra Brüksel'e geçti. Buradan, Londra'da yayımlanan Muhbir ve Hürriyet gazetelerinin yayımına yardım etti. Ali Paşa'nın ölümü üzerine çıkarılan aftan yararlanarak Kasım 1871'de istanbul'a döndü, izmit mutasarrıflığına tayin edildi (1872); bir süre sonra azledildiyse de V. Murad padişah olunca tekrar aynı göreve getirildi (Temmuz 1876). Birkaç ay sonra Şû rayı Devlet üyeliğine tayin edildi. 1877'de önce Bursa'ya, oradan da Ankara'ya sürüldü. 1884'te bâlâ rütbesiyle Rodos mutasarrıflığına, Namık Kemal'le yeri değiştirilerek Midilli mutasarrıflığına gönderildi. Ekim 1885'te Atina sefiri oldu, ancak birkaç ay sonra orada öldü. Mezarı istanbul'da Divan yolu'nda II. Mahmud Türbesi haziresindedir. (ilk 24 sayısını Şinasi ile birlikte çıkardığı Tercümanı Ahval ile Osmanlı Devleti'nde gazetecilik anlayışının benimsenip yerleşmesi yolunda önemli bir adım atmış, gazetecilik yanında idari alandaki hizmetleri ve asıl Posta Idaresi'nin gelişmesi konusunda kalıcı çalışmalar yapmıştır. | |
| | | BRL
Mesaj Sayısı : 1207 Doğum tarihi : 07/02/94 Kayıt tarihi : 31/03/09 Yaş : 30 Nerden : Bursa Ruh HaLim : Tuttuğu takım : Rep Gücü : Dikkat : Burda ben varım..
Güç Sistemi AktifLik: (10/10) Başarı Puanı: (10/10) GüçLüLük: (10/10)
| Konu: Geri: Osmanlı Ansıklopedısı A C.tesi Nis. 11, 2009 3:21 am | |
| ALİ EMİRÎ EFENDİ
(Diyarbakır 1857-İstanbul24Oca\\ 1924) Tarih ve edebiyat araştırmacısı, şair, kütüphaneci. Emirzade ailesine mensup tüccardan Mehmed Şerif Efendi'nin oğludur. Sıbyan mektebini bitirdikten sonra özel hocalardan ders aldı. 1876'da altı ay kadar Diyarbakır telgrafhanesine devam ederek telgrafçılık öğrendi. İlk memuriyetine 1877'de Mardin Sancağı Tahrirat Kaleminde başladı, sekiz ay sonra istifa etti. 1879-80 arasında Diyarbakır'da başkanlığını Mesnevi sarihi Abidin Paşa'nın yaptığı Heyet-i Tef-tişiye'nin müsevvidliğini yaptı. Ağustos 1880'de Ankara Vilayeti Merkez Sancağı aşar müdürlüğüne atandı. Daha sonra İç II (içel) (1881), Kozan (1882), Adana (1884) merkez sancakları aşar müdürlüğüne getirildi. Adana Vilayeti Aşar Nezareti başkâtibiyken 1886'da bütün aşar idarelerinin lağvı üzerine ilk defa İstanbul'a gitti. 1887'de Leskovik sancağı muhasebeciliğine atandı, aynı memuriyetle Kırşehir'e (1888), Trablusşam'a (1894) gönderildi. Mamuretülaziz (Elazığ) ve Erzurum defterdarlıklarında bulunduktan sonra 1896'da Yanya ve Işkodra vilayetleri maliye müfettişliği göreviyle ikinci defa Rumeli'ye geçti. Nisan 1900'de atandığı Yemen maliye müfettişliğine sağlık durumu elverişli olmadığı için gidememesi dolayısıyla Kasım 1900'de Halep defterdarlığına getirildi. Ancak tedaviye muhtaç olduğu gerekçesiyle izin alarak ayrıldı ve yerine başkasının tayini üzerine (Eylül 1901) yeniden istanbul'a gitti. Nisan I905'te Maliye Kupon idaresi müdürlüğüne atandı, ardından Heyet-i Teftişiye üyeliğiyle daha önce gitmek istemediği Yemen'e gönderildi. 1877'de başlayan memuriyet hayatı Kasım 1907'de 5000 kuruşluk mazuliyet maaşı ile sona erdi, II. Meşrutiyet'in ilanından (1908) sonra da 2600 kuruş maaşla emekli oldu. Emeklilik yıllarını geçirdiği istanbul'da Tasnif-i Vesa-ik-i Tarihiye Encümeni başkanlığı yaptı; Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde "Ali Emiri Tasnifi" olarak bilinen tasnifi meydana getirdi. Ayrıca Tarih-i Osmanî Encümeni üyeliğinde bulundu. Evkaf Nezareti'ne tarihi eserlerin bakımsızlık ve ihmalinden yakındığı uzun "vicdannameler" yazdı. Emekliliğinden sonra ilmi ve edebi faaliyetlerinin yanı sıra eski tutkusu olan kitap toplamaya da hız verdi. Hayatı boyunca topladığı çoğu nadir ve tek nüsha olan kitaplarını eseri Fatih'te Feyzullah Efendi Medresesi'nde kurduğu tedbirli bir yönetici olmakla birlikte, Paris elçiliğinde başarı gösterememiştir. Talleyrand gibi, zekâsı ve kurnazlığıyla dünyaca ünlü bir devlet adamıyla muhatap olması onun için büyük bir talihsizlik teşkil etmiştir.
BibL.VO, 111,554; inönü Ansiklopedisi, c [I, s. 85; Cevdet, Tarik, IX, 115, 116; M. Herbctte, Une ambassade turque sous le Directoıre, Paris, 1902; Ahmed Refik, "Morali Ali Efendi'nin Paris sefareti", TOEM, III (1910), 1120 1138; H. Kuran, Avrupa'da Osmanlı İkamet Elçiliklerinin kuruluşu ve ilk Elçilerin Siyasi Faaliyetleri, 1793-1821, Ank., 1988, s. 25-Î5; S. J. Shaw, Hetıveen Oldand New, The Ottoman Empire under Sultan Selim III, iy8g -iHoy, Cambridgc, Mass., İndeks.
ALİ EFENDİ (Tamburi)
(Midilli 1836- izmir 1890) Bestekar ve tamburi. Eniszadeler diye anılan ve yedi-sekiz kuşak hafızlar yetiştiren bir aileden Hafız Bekir Efendi'nin oğludur. Oğlu Aziz Mahmud Bey de tamburi ve bestekârdır. Aile geleneğine uyan Ali Efendi çocuk yaşta hafız oldu. İlk mektep eğitimini Midilli'de aldı. Ümitsiz bir aşk hadisesi yaşadığı ve sevdiği kız kendisine verilmediği için genç yaşta göç ettiği istanbul'da medrese tahsili gördü. Sultan Abdülaziz'in tahta geçtiği (Kincinde imtihanla saraya müezzin olarak girdi. 1867'de yılında Kudüs payesıylc padişahın ikinci imamlığına kadar yükseldi. 23 yıllık saray hizmetinden 1885'te ayrıldı, liir ara Manisa'da yaşadıktan sonra yerleştiği izmir'de 54 yaşında öldü. Mezarı Karşıyaka Mezarlığfndadır. Musikiyi Enderunî Latif Ağa ile Kanunî Rıza Efen-di'den, tamburu ise Tamburî Küçük Osman Bey'den öğrenen Ali Efendi klasik Türk musikisinin en kudretli bestekârlarından biri ve "geç kalmış bir klasik bestekâr" olarak değerlendirilir. Klasik ölçülere bağlı kalan bestekârlık üslubunun ürünü olan eserlerinde coşkun lirizm ve hür romantizm hemen göze çarpan özelliklerdir. Eserleri bir bütün olarak ele alındığında, Hacı Sadullah Ağa'nın ortaya koyduğu çizginin devamı olarak gözükür. Bestekârlar arasındaki genel eğiliminin aksine, doğrudan bir kadın güzelliğini değil de, daha soyut bir çizgide aşkın çeşitli safhalarını, yapaylıktan uzak, samimiyet ve ince bir hüzünle ele aldığı eserleri üstün bir estetik anlayışının ürünüdür. Kendisinden yaşça daha küçük olmasına rağmen Hacı Arif Bey'in Türk musikisinde gerçekleştirdiği "şarkı" devriminden çok fazla etkilenmemiş olması dikkat çekicidir. Adıyla özdeşleşmiş bulunan suzidil makamındaki takımında yer alan eserlerin tamamını bir ay içinde bestelemesinden, çok verimli bir bestekâr olduğu ortaya çıkan Ali Efendi'nin en önde gelen talebesi, bestekârlık anlayışı bakımından da etkilemiş olduğu Tamburî Cemil Bey'dir. Oğlu Aziz Mahmud Bey'in, bütün eserlerinin notalarını toplamış olmasına rağmen bunları ünlü Aksaray yangınında kaybetmesi, çok sayıda eserinin günümüze ulaşamamasına sebep olan Ali Efendi'nin Türk musikisi repertuarında bulunan eserlerinin sayısı 1 şugl, 4 peşrev, 4 saz semaisi, 16 beste, 8 ağır semai, 8 yürük semai ile 80 şarkı olmak üzere toplam olarak 120'nin üzerindedir.
ABBAS HİLMİ
Osmanlı Devleti tarafından Mısır’a gönderilen son hidiv. 14 Temmuz 1874 (H.1291) senesinde İskenderiye’de doğdu. Hidiv Tevfik Paşanın oğludur. Mısır’da prenslere ait mektepte okuduktan sonra İsviçre’de tahsil gördü. Kardeşi Mehmed Ali ile beraber Viyana’daki Theresianum okuluna devam etti. 1892’de babasının vefatı üzerine on sekiz yaşında Osmanlı Devleti tarafından Mısır hidivliğine getirildi.
Abbas Hilmi Paşanın genç ve idari işlerde tecrübesiz olması sebebiyle, Osmanlı hükumeti, Mısır’da senelerce Osmanlı Devleti Mısır fevkalade komiserliği yapan ve Mısır’ın idaresiyle ilgili işlerde tecrübesi ile tanınan Ahmed Muhtar Paşayı kendisine müsteşar-ı has tayin etti. Böylece İngiltere’nin, hidiv Abbas Hilmi Paşa üzerindeki tesir ve telkinleri önlenmek istendi. Fakat İngilizler, Mısır’ın içişlerine karıştılar ve Mısır’daki işgal kuvvetlerini arttırdılar. Mısır ordusundaki yüksek rütbeleri ele geçirdiler. Mısır idarecilerini elde etmeye başladılar. Osmanlı komiseri olan Gazi Ahmed Muhtar Paşa vazifesine devam ediyordu. Ancak İngiliz komiseri Lord Cromer ve ondan sonra yerine tayin edilen Lord Kitchener ön planda rol oynuyordu. Lord Kitchener, ekseriyetini Mısır halkından topladığı bir ordu ile Sudan’a saldırınca, İngilizler ile Fransızlar arasında uzun süren siyasi tartışmalara sebeb olan Paşoda meselesi ortaya çıktı ise de, Fransız ve İngiliz ileri gelenlerinin savaş istememeleri üzerine kapanıp gitti.
İkinci Abdülhamid Hanın Abbas Hilmi Paşaya verdiği hidivlik fermanında, Mısır’ın idaresi ve hududları hakkında bazı değişikliklerden bahsedilmişti. O zamana kadar Mısır jandarması tarafından beklenen Akabe’nin Hicaz iline katılarak Osmanlı askerinin koruması altına verilmesi istenmişti. Bu durum, Akabe Körfezi ağzındaki Tran Adasının, Hindistan yolu üzerindeki çok elverişli bir deniz üssü haline gelmesi ihtimalinden dolayı, İngiltere’nin şiddetli itirazlarına ve uzun tartışmalara sebeb oldu. Sonra mesele Akabe’nin yine eski halinde kalması şeklinde ve İngilizlerin isteğine göre bırakıldı.
Vazifesinin ilk senelerinde İngilizlerin idaresine muhalif bir siyaset takib eden Abbas Hilmi Paşa, nazırların reisliğine Fahri Paşayı tayin etmek istedi. Bu sebeple Kahire’deki konsolos temsilcileri ile anlaşmazlığa düştü. Çok şiddetli bir hal alan bu anlaşmazlık, Riyaz Paşa tarafından kurulan nazırlar heyeti tarafından halledildi. Abbas Hilmi Paşanın, İngilizlere karşı muhalefeti de uzun sürmedi. Mısır daimi komiseri Ahmed Muhtar Paşa, Osmanlı Devletinin Mısır üzerindeki haklarının belli bir ölçüde, şeklen de olsa korunmasında büyük gayret göstermesine karşılık, Abbas Hilmi Paşa bu derecede istikrarlı bir siyaset güdemedi.
Abbas Hilmi Paşa, 1893’te Ahmed Muhtar Paşa ile İstanbul’a gitti. Sultan İkinci Abdülhamid Han onu alaka ile karşılayıp, hediyeler verdi. Abbas Hilmi Paşa, İstanbul’a geldiği senenin ertesi senesi Avrupa seyahatlerine çıkmaya karar verdi. Onun bu seyahatleri neticesinde Mısır’da idari bir boşluğun doğması tehlikesi vardı. Bu sebeple Osmanlı Devleti, Avrupa devletlerinin Mısır hidivi üzerinde etkili olmaması için Ahmed Muhtar Paşadan bu seyahatlere mani olmasını istedi. Fakat Abbas Hilmi Paşa bütün ısrarlara rağmen seyahatten vazgeçmeyince, Osmanlı Devleti gittiği her Avrupa ülkesinde onu takip etmeye çalıştı.
Mısır’da ölçülü ve dengeli bir siyaset sürdüremeyen Abbas Hilmi Paşa’nın, hem Mısır’da hem de diğer dış ülkelerde muhalifleri artmaya başladı. Neticede çeşitli suikastlere maruz kaldı. 1894’te suikast yapmak üzere olan bir İtalyan, İskenderiyye’de yakalandı. 1914’te ise, İstanbul’da uğradığı bir suikastte yaralandı. Bundan sonra da Birinci Dünya Savaşı çıkması sebebiyle bir daha Mısır’a dönemedi. İstanbul’da ve Avrupa’da yaşadı. Birinci Dünya Savaşı esnasında Almanlarla işbirliği yaparak Fransızları müttefiklerinden koparmaya çalıştı ise de muvaffak olamadı. Birinci Dünya Harbinin başlaması ile İngilizler 19 Aralık 1914’te Mısır’ı himayelerine alıp, Osmanlıların Mısır’daki haklarını da sona ermiş saydılar. Abbas Hilmi Paşayı da hidivlikten azlettiler. Osmanlılar ise Abbas Hilmi Paşanın hidivliğini Lozan Antlaşmasına kadar geçerli saydılar.
Abbas Hilmi Paşadan sonra, amcası ve hidiv İsmail Paşanın oğlu olan Hüseyin Kamil, İngilizler tarafından Mısır’da sultan ilan edilerek hidivlik kaldırıldı. Böylece Mısır’ı Osmanlı idaresinden ayırarak kendi emellerine hizmet ettirdiler. 1923 senesinden sonra hayatını İstanbul ve Viyana’da geçiren Abbas Hilmi Paşa, Mısır’ın bağımsızlığa kavuşmasından ve Hüseyin Kamil’in yerine Fuad’ın kral olarak getirilmesiyle 1922’de hidivlik haklarını tamamen kaybetti ve malları müsadere edildi. Kendisi de, ömrünün son günlerini geçirdiği İsviçre’nin Cenevre şehrinde 1944 senesinde öldü | |
| | | BRL
Mesaj Sayısı : 1207 Doğum tarihi : 07/02/94 Kayıt tarihi : 31/03/09 Yaş : 30 Nerden : Bursa Ruh HaLim : Tuttuğu takım : Rep Gücü : Dikkat : Burda ben varım..
Güç Sistemi AktifLik: (10/10) Başarı Puanı: (10/10) GüçLüLük: (10/10)
| Konu: Geri: Osmanlı Ansıklopedısı A C.tesi Nis. 11, 2009 3:22 am | |
| ABBAS VESİM EFENDİ
On sekizinci asırda yetişen, hekim, hattat ve astronomi alimlerinden. Kambur Vesim Efendi ve Derviş Abbas Tabib isimleriyle de bilinen Abbas Vesim Efendi, on yedinci yüzyılın sonlarında doğdu. 1760 (H. 1174) senesinde İstanbul'da vefat etti. Kabri Edirnekapı dışındaki kabristandadır.
Küçük yaşta ilim tahsiline başlayan Abbas Vesim Efendi, Bursalı Tabib-i Sultani Ali Efendi ile babası Ömer Şifai Efendiden tıp, Yanyalı Es'ad Efendiden hikmet ve Farsça, Ahmed Mısri'den astronomi ve astroloji, Katibzade Mehmed Refi Efendiden tıp ve ta'lik yazı, ayrıca Latince ve Fransızca öğrendi. Bazı İtalyanca tıp metinlerini Türkçeye tercüme ettirerek, Avrupa'daki gelişmeleri takib etti. Bir ara tahsil maksadıyla Hicaz, Şam ve Mısır'a gitti. Bir çok ilmi araştırmalarda bulunup tıb alanındaki bilgisini geliştirdi. İstanbul'a dönüşünde Sultan Selim Camii civarında eczahane ve muayenehane açtı. İstanbul'da kırk sene müddetle doktorluk yapıp, hem insanlara hizmet etti hem de tıb alanındaki bilgisini arttırdı. Aynı zamanda tasavvufa yönelip Nakşibendiyye yolu büyüklerinden Mehmed Emin Tokadi hazretlerinden tasavvuf bilgilerini öğrendi ve tatbik etti.
Osmanlı tababetini (doktorluğunu) olgunluğa götürmekte büyük hizmeti olan Abbas Vesim Efendinin şahsi tecrübeleri ve verem hakkında en son keşiflere yakın araştırma ve incelemeleri vardır. Tıbbı iyice anlayabilmek için fizik, mekanik ve tecrübi kimyayı bilmenin gerekli olduğunu savunurdu. Bu konuda Tıbb-ı Cedid-i Kimyevi adlı bir eser yazdı. Ayrıca deontolojinin (tıp tarihi ve tıp ahlakı) gelişmesine ve uygulama şekline yön verdi. İbn-i Sina gibi eski tabiplerin eserlerinden ve kendi hocalarından öğrendiği bilgilerle, İstanbul'a gelen bazı batılı tabiplerin eserlerinden istifade ederek Düstur-ül-Vesim fi Tıbb-il-Cedid vel-Kadim adlı eserini yazdı. Doğu ve batı tıbbını karşılaştıran ve mükemmel bir külliyat olan bu eser tıb tarihimiz bakımından önemlidir. İki cild ve 2083 sayfadan ibaret olan bu eserin birinci bölümünde baştan sona kadar organ hastalıkları, ikinci bölümünde kadın ve çocuk hastalıkları, üçüncü bölümünde şişler ve ülserler, dördüncü bölümünde basit ve bileşik ilaçlar anlatılmaktadır. 1748 yılında yazdığı bu eserin üç nüshasından biri Bayezid, ikisi de Ragıp Paşa Kütüphanesindedir.
Abbas Vesim Efendinin ikinci önemli eseri Uluğ Bey Zici'nin Türkçe şerhi olan Nehc-ül-Büluğ fi Şerh-i Zic-i Uluğ'dur. Açık Türkçe ile yazılmış olan bu eser, bütün tatbikata ait misalleri, İstanbul arz (enlem) ve tulüne (boylam) göre tertib etmiştir. Eski Türk takvimini incelemiş ve metinde olmayan İbrani ve Rumi takvimlerini ilave etmiştir. Bir derecenin sinüsünü bulmakta, Uluğ Beyin tarif ettiği Gıyasüddin Cemşid'e ait usulü çok güzel izah etmiştir. Bu eserin yazma nüshaları Bayezid Kütüphanesi 4646 ve Kandilli Rasadhanesi Kütüphanesi 247/1 numarada kayıtlıdır. Ayrıca astronomi ile ilgili Risale-i Rü'yet-i Hilal adlı eseriyle şiirlerinin toplandığı Divan’ı ve Risalet-ül-Vefk adlı eseri yanında Macar Georgios'tan tercüme ettiği Vesilet-ül-Metalib fi İlm-it-Terakib adlı bir farmakoloji kitabı vardır.
ABAZA HASAN PAŞA
Sultan Dördüncü Mehmed Han devrinde Osmanlı tarihinin en büyük celali isyanını çıkaran asi reisi. Silahdar bölüğüne mensup kapıkulu süvarilerindendir. Anadolu’da Türkmen boylarının ağası olan Haydaroğlu Mehmed’in çıkardığı isyanı bastırarak meşhur oldu. Bu başarısı dolayısıyla Yeni İl Türkmen voyvodalığına tayin edildi. Ancak bir süre sonra görevden alınmasına kızarak isyan etti. Gerede ve Bolu arasındaki sahayı hükmü altına aldı ve bu sırada isyan etmiş olan İbşir Paşa ile birleşerek üzerine gönderilen Katırcıoğlu’nu yendi. Bunun üzerine isyanını önlemek gayesiyle yeniden Türkmen ağalığına tayin edildi.
Abaza Hasan Paşa, İbşir Mustafa Paşanın sadrazamlığı sırasında ona müşavirlik görevinde bulundu. Ancak bir takım hadiselere sebeb olduğundan dolayı İbşir Mustafa Paşa idam edilince Abaza Hasan Paşa onun intikamını almak gayesiyle tekrar isyan etti. Osmanlı ordusu Macaristan seferinde iken büyük bir kuvvetle İstanbul üzerine yürüdü. İsyan hareketinin büyümesi üzerine Sadrazam Köprülü Mehmed Paşa, Erdel’den İstanbul’a dönmek mecburiyetinde kaldı.Köprülü Mehmed Paşanın sadrazamlıktan azlini temin etmek üzere ileri harekata geçen Abaza Hasan Paşanın üzerine Anadolu serdarı Diyarbakır valisi Murteza Paşa gönderildiyse de, Hasan Paşa, gelen orduyu Ilgın civarında mağlub etti. Daha sonra kış bastırıp, ordunun iaşesini te’minde zorluk başgösterince, Abaza Hasan Paşa da ordusunu dağıttı. Bu esnada Murteza Paşa ile Halep valisi Tutsak Ali Paşanın tekliflerine kanarak Haleb’e gelen Abaza Hasan Paşa üzerine bir gece baskını yapıldı. Suç ortakları ile birlikte gerekli cezayı gördü (1658).
ABDİ PAŞA
Osmanlı Devletinin Budin eyaletindeki son valisi ve meşhur Budin kahramanı. Asıl adı Abdurrahman’dır. Doğum yeri ve tarihi bilinmemektedir. Yeniçerilikten yetişti. Yüksek zekası ve kabiliyeti ile 1668 yılında Yeniçeri ağası oldu. Girit savaşlarında büyük kahramanlıklar göstermesi üzerine vezirlik rütbesine terfi etti. Bundan sonra sırasıyla; Bağdad, Mısır, Bosna ve Budin valiliklerinde bulundu. 1684 yılında Halep valiliğine, aynı yıl tekrar Budin valiliğine tayin edildi. Budin valisiyken az bir kuvvetle 1686 yılında doksan bin kişilik Haçlı ordusuna karşı durdu. Düşmanın teslim tekliflerini geri çeviren Abdi Paşa, 1686’da çıkarma harekatı yaparken şehid oldu. Bu sırada 80 yaşlarındaydı. Haçlı ordusu ancak bundan sonra şehre girebildi. Macarlar, Abdi Paşaya hürmet etmişler ve hatırasına kabrini imar ederek üzerine Türkçe ve Macarca Abdi Paşayı metheden ve şehadet tarihi bulunan bir mezartaşı koymuşlardır.
ABDİ PAŞA (Nişancı)
Osmanlı devlet adamı ve tarihçi. Asıl adı Abdurrahman’dır. İstanbul’un Anadoluhisarı semtinde dünyaya geldi. Doğum tarihi belli değildir.
Eğitim ve öğretimini Enderun-ı hümayunda tamamladı. 1648’de Saray-ı Hümayunun Büyük Oda kısmında ilk resmi vazifesine başladı. İki sene sonra Seferli Koğuşuna atandı. Bu vazifede 1659’a kadar kalan Abdi Paşa, Has Oda’ya tayin edildi. 1665’te tuğra çekme vazifesi verildi. 1668’de sır katipliğine getirilen Abdi Paşa ertesi sene Temmuz ayında vezirlik rütbesi ile nişancılık nasbına tayin edilerek saraydan ayrıldı. Uzun süre bu vazifede kalan Abdi Paşa Çehrin Seferi sırasında İstanbul kaymakamı oldu (1678). Ertesi sene dördüncü vezirliğe terfi etti. İkinci vezir iken 1682’de Basra valiliğine tayin edildi. On sene kadar çeşitli illerde valilik yaptı. 1690’da Kandiye, sonra Sakız muhafızlığına getirildi. Sakız muhafızı iken 1692 yılında vefat etti.
Abdi Paşa, devlet hizmetleri dışında Vekayiname adlı Osmanlı tarihi ile meşhur olmuştur. Bu eserini Has Oda’da vazifeliyken Dördüncü Mehmed Hanın isteği üzerine yazmaya başlamıştır. Eserin dili oldukça sade olup, üslubu güzeldir. Dördüncü Mehmed Han zamanı için birinci derecede kaynak olan bu eser, daha sonraki tarihçiler tarafından kullanılmıştır. Eser henüz yayınlanmamış olup, yazma nüshası Topkapı Sarayı Kütüphanesinde mevcuttur.
Abdi Paşanın, ayrıca edebi sahada da çalışmaları vardır. Abdi mahlası ile yazdığı şiirlerini bir Divan’da toplamıştır. Ayrıca Ka’b bin Züheyr’in Kaside-i Bürde’sine ve Divan-ı Urfi’deki bazı şiirlere şerhler yazmıştır. | |
| | | BRL
Mesaj Sayısı : 1207 Doğum tarihi : 07/02/94 Kayıt tarihi : 31/03/09 Yaş : 30 Nerden : Bursa Ruh HaLim : Tuttuğu takım : Rep Gücü : Dikkat : Burda ben varım..
Güç Sistemi AktifLik: (10/10) Başarı Puanı: (10/10) GüçLüLük: (10/10)
| Konu: Geri: Osmanlı Ansıklopedısı A C.tesi Nis. 11, 2009 3:22 am | |
| ABDURRAHMAN HIBRİ
Osmanlı alimi, tarihçi ve şair. 1603 (H. 1012)te Edirne’de doğdu. 1676 (H.1087)da Serez’de vefat etti. Ulemadan Hüseyin Efendinin oğludur. İlk tahsilini Edirne’de, medrese tahsilini ise İstanbul’da yaptı. Medrese tahsilini tamamladıktan sonra çeşitli medreselerde müderrislik ve değişik şehirlerde kadılık yaptı. Siroz’da kadı iken vefat etti.
Din ilimlerinde ehil bir alim olduğu gibi, tarih ve edebiyata da vakıftı. Pekçok eser yazmıştır. Başlıca eserleri şunlardır:
1. Riyad-ül-Arifin; Hüseyin Vaizi’nin Hadis-i Erbain adlı eserinin tercümesi ve şerhidir.
2. Enis-ül-Müsamirin; on dört bölümden meydana gelen bu eser bir cilttir. Konusu tarih olup, Edirne’nin fethi ve fethinden sonraki hadiselerden bahseder. Ayrıca bu eserde Edirne’de yetişmiş olan meşhur zevatın hayatlarını kısaca yazmıştır. Edirneli Ahmed Efendi tarafından üç büyük cild halinde şerh edilmiştir.
3. Defter-i Ahbar; tarihe dair bir eser olup, altı defter ve bir hatimedir.
4. Hadayık-ul-Cinan; sekiz bab halinde olup, dini hikayeleri ihtiva eden bir eserdir.
5. Divançe,
6. Nücumdan Evkat-ı Hamseye Dair Risale,
7. Tarih-i Feth-i Bağdad,
8. Tarih-i Feth-i Revan.
ABDURRAHMAN NESİB EFENDİ
Osmanlı Devletinin yüz yirmi ikinci şeyhülislamı. İsmi, Abdurrahman Nesib’dir. Babası, Üsküp kadısı Halil Feyzi Efendidir. 1842 (H.1258) tarihinde Üsküp’te doğdu. 1913 (H.1332)te İstanbul’da vefat etti.
Zamanının alimlerinden ilim tahsil etti. Liphovalı Kadı Süleyman Efendiden güzel yazı (hüsn-i hat) öğrendi. Muhammed Efendiden Rıfaiyye yolunun edeblerini öğrendi. Gülşeniyye yolu büyüklerinden Edirneli Şerefüddin Şuayb Efendinin sohbetlerinde bulunarak tasavvufta yükseldi. 1863’de İstanbul’a gelerek Fatih dersiamlarından Mustafa Şevket Efendinin talebeleri arasına girdi ve tahsilini tamamladı. Daha sonra Muallimhane-i Nüvaba (kadı, hakim yetiştiren okul) girerek maaşsız memur oldu. Burada stajını tamamlayıp, diploma aldı. 1868 senesinden itibaren Anadolu, Rumeli ve Mısır’da çeşitli vazifelerde bulundu. 31 Aralık 1911 tarihinde yetmiş iki yaşında olduğu halde, ittihatçıların iş başına getirdiği Musa Kazım’ın şeyhülislamlıktan ayrılması üzerine Said Paşa hükumetinde şeyhülislamlık vazifesine getirildi. 1912 senesinde Said Paşa kabinesi ile birlikte istifa ederek şeyhülislamlıktan ayrıldı. 1913 senesinde Bakırköy’deki evinde ibadet ve ilmi çalışmalarla meşgul iken vefat etti. Bakırköy Kabristanında annesinin yanına defnedildi.
İkinci Mecidi, Üçüncü Osmani nişanlarıyla taltif edilmiş olup, altmış yıla yakın memuriyeti esnasında çalışkanlığı, doğruluğu, alçak gönüllülüğü ve ehliyeti ile unutulmaz bir isim bırakmış olan Abdurrahman Nesib Efendi, hukuk ilmi yanında tasavvuf ilmine de aşina (hallenmiş) bir zattı. Muhyiddin-i Arabi’nin eserleri üzerinde çalışmalar yapmış bunlardan yaptığı tercümeleri neşretmiştir.
ABDURRAHMAN ŞEREF
Devlet adamı, tarihçi ve Osmanlı Devletinin son vak’anüvisti. 1853'te İstanbul’da doğdu. 1925'te öldü. İlk tahsiline Eyüp mahalle mektebinde başladı. Eyüp Rüşdiyesinde okudu. Bundan sonra 1873’te Mekteb-i Sultaniyi yani Galatasaray Lisesini bitirdi. Mahrec-i Aklam adlı mektebe umumi tarih hocası oldu. Bu vazifesinden sonra da Mekteb-i Sultanide daha sonra da, Muallim Mektebinde umumi tarih hocalığı yaptı.
Daha sonra Mülkiye Mektebine müdür oldu. Burada genel coğrafya, Osmanlı tarihi, İslam tarihi, istatistik ve ahlak dersleri okuttu. Sonra da Darülfünuna devletler tarihi hocası oldu. Pekçok yerde hocalık ve müdürlük vazifeleri yaptıktan sonra, Defter-i Hakani Nezaretine, A’yan meclisi üyeliğine, Maarif Nazırlığına tayin edildi. İki defa Maarif Nazırı oldu. Bu vazifesinin yanında telif edilen eserleri tetkik komisyonu üyeliği, vak’anüvistlik, Tarih-i Osmani Encümeni Reisliği ve A’yan Heyeti ikinci reisliği gibi vazifeler verildi.
Birinci Dünya Savaşından sonra İttihat ve Terakki hükumeti iktidardan çekilince yeni kurulan Müşir İzzet Paşa kabinesinde önce Posta ve Telgraf Nazırı sonra da Devlet Şurası başkanı oldu. Salih Paşa kabinesinde önce vekaleten sonra da asaleten Maarif Nazılırlığı yaptı. Salih Paşa istifa edince açıkta kaldı. Kuvay-ı Milliye İstanbul’a gelip A’yan Heyeti kaldırılınca, Abdurrahman Şeref’in a’yan üyeliği sona erdi. Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisinin ikinci seçim devresinde, 1923’te İstanbul Milletvekili oldu. Ankara’ya gidip Kızılay’a başkan seçildi. Milletvekilliği sırasında hastalandı ve İstanbul’a döndü. 1925’te öldü. Mezarı Edirnekapı’dadır.
Devlet adamlığından ziyade tarihçiliği ile meşhur olan Abdurrahman Şeref, saliseden balaya kadar bütün rütbeleri kazanmıştı.
Eserleri şunlardır:
Fezleke-i Tarihi Düvel-i İslamiye (İslam Devletleri tarih özeti), Tarih-i Devlet-i Osmaniye, Fezleke-i Tarih-i Devlet-i Osmaniye, Zübdet-ül-Kısas, Tarih-i Asr-ı Hazır (Yaşadığımız asrın tarihi), Harb-i Hazırın Menşei (Birinci Dünya Harbinin sebeplerine dairdir), Sultan Abdülhamid-i Sani’ye Dair, Tarih Muhasebeleri, Umumi Coğrafya-yı Umrani, İlm-i Ahlak ve İstatistik, Lütfi Tarihi’nin sekizinci cildini hazırlamış ve Tarih-i Osmani Encümeni ve Türk Tarih Encümeni mecmualarında pekçok makaleleri neşredilmiştir. | |
| | | BRL
Mesaj Sayısı : 1207 Doğum tarihi : 07/02/94 Kayıt tarihi : 31/03/09 Yaş : 30 Nerden : Bursa Ruh HaLim : Tuttuğu takım : Rep Gücü : Dikkat : Burda ben varım..
Güç Sistemi AktifLik: (10/10) Başarı Puanı: (10/10) GüçLüLük: (10/10)
| Konu: Geri: Osmanlı Ansıklopedısı A C.tesi Nis. 11, 2009 3:22 am | |
| ABDURRAHMAN TAGİ (TAHİ)
On dokuzuncu yüzyılda Anadolu'da yetişen evliyanın büyüklerinden. İsmi Abdurrahman olup Tagi, Tahi ve Nurşini nisbeleriyle bilinir. Üstad-ı azam ve Seyda isimleriyle meşhur olmuştur. 1831 (H. 1247) senesinde doğdu. Bitlis vilayetine bağlı Nurşin (Çukur) nahiyesindendir. 1886 (H. 1304) senesinde vefat etti. Kabri Nurşin'dedir.
Küçük yaştan itibaren ilim tahsiline başlayan Abdurrahman Tagi, fıkıh, tefsir, hadis vb. ilimlerde yetiştikten sonra evliyanın büyüklerinden Seyyid Sıbgatullah Arvasi'ye talebe oldu. Onun sohbetlerinde ve hizmetinde bulundu. Tasavvuf yolunda yüksek derecelere ulaştı. Seyyid Sıbgatullah hazretlerinin yüksek talebeleri arasında yer aldı. Hocası tarafından ona, talebe yetiştirmek üzere icazet verildi. Hocasının vefatından sonra insanlara Allahü tealanın dininin emir ve yasaklarını anlattı. Pekçok talebe yetiştirdi. Abdurrahman Tagi, Sultan İkinci Abdülhamid Hanın, asrının müceddidi olduğunu bildirdi.
Pekçok kerametleri görülen Abdurrahman Tagi hazretlerinin on dokuz halifesi vardır. Bunlar: Fethullah Verkanisi, Abdurrahman Nurşini, Molla Reşid Nurşini, Allame Molla HalilSiirdi'nin torunu Abdülkahhar, Abdülkadir Hizani, Seyyid İbrahim Es'irdi, Abdülhakim Fersafi, İbrahim Ninki, Tahir Abiri, Abdülhadi, AbdullahHurusi, İbrahim Çuhruşi, Halil Çuhruşi, Ahmed Taşkesani, Muhammed Sami Erzincani, Abdullah Subaşı, Halife Mustafa Bidlisi, Hacı Süleyman Bidlisi, Hacı Yusuf Bidlisi, Hacı Yusuf Köşki'dir.
Bunlardan Fethullah Verkanisi'nin halifesi Muhammed Ziyaüddin Nurşini, Abdurrahman Tagi'nin oğludur. Abdurrahman Tagi'nin sözlerini halifelerinden İbrahim Çukruşi toplayarak İşarat ismini vermiştir. Çok kıymetlidir. Abdurrahman Tagi'nin oğlu Muhammed Ziyaüddin Nurşini Adıyamanlı Abdülhakim Hüseyni Efendinin hocasıdır.
ABDÜLEZEL PAŞA
Osmanlı Devletinin son zamanlarında yetişen ve Yunan Harbinde (1897) şehid düşen kıymetli bir komutan. 1827 (H.1243) senesinde Konya’nın Hadim kazasında doğdu.
On altı yaşındayken er olarak orduya girip asker oldu. On iki sene kadar Arabistan’da kalıp, Osmanlı ordusunda sadakatla hizmet etti. Bu sadık ve gayretli hizmetleri neticesinde çok sevilip subaylık rütbesi verildi. 1853’te Hüsrev Paşanın yaveri olarak Kırım Muharebesine katıldı. 1857’de Karadağ, 1868’de Girid isyanlarını bastırmak için vazife aldı. Gösterdiği başarılar üzerine her vazifesinin akabinde bir rütbe, çeşitli nişanlar ve madalyalar verildi. 1872 senesinde binbaşı rütbesi ile Giresun taburuna tayin edildi. Bu taburla birlikte Sırbistan Muharebesine katıldı. Bu seferde, Aleksin mevkiindeki savaşta büyük kahramanlık gösterdi.
Plevne Muharebesine de katıldı. Bu sırada mirliva yani albay idi. Savaşta fevkalade kahramanlık gösterdi. İstanbul’a dönünce, İkinci Abdülhamid Han tarafından göğsüne Plevne madalyası takıldı. Bundan sonra, jandarma teşkilatına tayin edilerek Hicaz’a gönderildi. Bir müddet sonra tekrar İstanbul’a geldi ve paşalığa yükseldi.
Anadolu terbiyesi ile büyüyen ve erlikten paşalığa yükselen bu köylü çocuğu, dinin emirlerine bağlı salih bir müslüman idi. Kur’an-ı kerimi ezberlemişti. Sesi güzel olup, seri okurdu. Yakın dostları onun devamlı hatim okuduğunu ve buna aralıksız elli sene devam ettiğini söylemişlerdir. Memleketi Hadim’i ziyarete geldiğinde, dostlarından birine; “Cenab-ı Hak, hafızlık nimeti ve paşalık gibi iki rütbe bahşetti. Şimdi bir üçüncüsünü istiyorum, o da şehidlik rütbesidir!” diyerek şehid olma arzusunu dile getirmiştir.
Nitekim Abdülezel Paşa, 1897 senesinde vuku bulan Osmanlı-Yunan harbinde, Milona geçidine taarruz eden kuvvetlerin başında savaşırken şehid düştü. Önce Pürnartepe’ye defnedildi. Sonra Alasonya’ya naklolundu. Kahramanlıkları dilden dile anlatılan bu şehid kumandanın kabri üzerine, Sultan Abdülhamid Han bir türbe yaptırdı.
AHMED RESMİ EFENDİ
Osmanlı devlet adamlarından ve tarihçi. 1700 senesinde Girit’te doğdu. Tahsilini tamamlamak üzere İstanbul’a geldi. Reisülküttablardan Mustafa Efendinin yanında yetişti ve daha sonra onun damadı oldu. Öğretimini tamamladıktan sonra devlet hizmetine girdi. Sırasıyla Selanik, İstanbul ve Gelibolu baruthaneleri nezaret görevleri ile kethüdalıklarda ve dış işleriyle alakalı vazifelerde bulundu. Sultan Üçüncü Mustafa’nın tahta çıkışını bildirmek üzere Avusturya’ya elçi olarak gönderildi (1757). Daha sonra maliye tezkirecisi ve Anadolu muhasebecisi olarak vazifelendirildi.
Prusya ile Rusya arasındaki yakınlaşmanın Osmanlı Devletine getireceği zararları incelemek, yolu üzerindeki himaye altındaki Lehlilere teminat vermek üzere elçi olarak Berlin’e gönderildi (1763). Bu vazifesini büyük bir titizlik ve dikkatle yapan Ahmed Resmi Efendi, İstanbul’a döndüğünde, sadaret mektupçuluğuna tayin edildi. Arkasından çavuşbaşı, matbah ve tersane emini ve ruznamçeci oldu. 1769’da sadrazam kethüdalığına getirildi ise de kısa süre sonra sadaret değişikliği yüzünden eski vazifesine döndü. 1771’de tekrar sadaret kethüdalığına atandı. Bu vazifede iken Osmanlı baş delegesi olarak Küçük Kaynarca Antlaşmasına katıldı. İstanbul’a dönüşünde matbah emaneti, şıkk-ı sani defterdarlığı, cizye muhasebeciliği ve ruznamçecilik vazifelerinde bulundu. 1783 Ağustosu sonlarında İstanbul’da vefat etti.
Ahmed Resmi Efendi, sefaretname ve biyografi eserleri ile tanınmıştır. Eserlerinden bazıları şunlardır:
1) Halikat-ür-Rüesa: Eserde Koca Nişancı Celalzade Mustafa Çelebi’den başlıyarak Ragıb Paşaya kadar olan reisülküttabların hal tercümesi anlatılmıştır. 2) Sefaretname-i Ahmed Resmi: Eserde müellif, gittiği ülkelerin askeri, siyasi, ekonomik ve toplumsal durumları ile ilgili ayrıntılı bilgiler vermiş, yol boyunca gördüğü yerler hakkında değerlendirmeler yapmıştır. Bu devletlerin Osmanlı Devleti ile olan ilişkilerini inceleyerek muhtemel gelişmelerle ilgili tekliflerde bulunmuştur. 3) Hamilet-ül-Kübera: Eserde 39 tane kızlar ağasının hal tercümesi anlatılmıştır. 4) Hülasat-ül-İtibar: 1768-1774 Osmanlı Rus Savaşı hakkında görüş, tenkit ve intibalarını anlatmaktadır. 1781’de yazılan eser üç sefer basılmıştır. 5) Zülaliyye, 6) Coğrafya-ı Cedid, 7) El-İstinas fi Ahval-il-Efras.
AHMED REŞİD REY
Osmanlı devri şairlerinden, devlet adamı, yazar. 1870 senesi başında İstanbul’da doğdu. Babası Çankırı mutasarrıfı Abdulah Şefik Efendidir. Anne tarafından Mollacıkzade ailesine mensuptur. İlk tahsilini Çankırı’da yapan Ahmed Reşid, babasının vefatı üzerine İstanbul’a gelerek Soğukçeşme Rüşdiyesinden mezun oldu. Mekteb-i Mülkiye-i Şahaneye devam etti. Bu arada edebiyata ilgi duyan Ahmed Reşid, hocası Recaizade Mahmud Ekrem’in tesirinde şiirler yazdı. İlk şiirleri Gülşen Dergisi'nde yayınlandı. 1888’de Mülkiyeyi bitiren Ahmed Reşid bir sene kadar burada öğretmenlik yaptı.
Ahmed Reşid, 1890’da Mabeyn katipliği daha sonra sırasıyla Kudüs mutasarrıflığı, Manastır, Ankara, Halep ve Aydın valiliklerinde bulundu. 1912’de Kamil Paşa kabinesinde Dahiliye Nazırı oldu. Babıali Baskını ile kısa bir süre sonra kabine düşünce, ailesiyle önce Mısır’a, oradan Paris’e gitti. Mahmud Şevket Paşanın öldürülmesi olayında suçlu bulunarak gıyabında idama mahkum edildi. Birinci Dünya Harbi sırasında Cenevre’de bulunan Ahmed Reşid, 1919’da İstanbul’a döndü. Tevfik ve Damat Ferit Paşaların kurduğu hükümetlerde Dahiliye Nazırlığı yaptı. Delege olarak Paris’e gitti. Sevr Antlaşmasını imzalamayarak bakanlıktan istifa etti ve siyasi hayattan çekildi. Çeşitli dergi ve gazetelerde yazı yazan Ahmed Reşid Rey, 14 Ağustos 1955’te İstanbul’da öldü.
Ahmed Reşid önceleri Recaizade Ekrem ve Abdülhak Hamid tarzında şiirler yazmıştır. Servet-i Fünun ve Mekteb’te yazmaya başlayınca asıl kendi şahsiyetini bulmuştur. Parlak hayalleri olmakla birlikte, şiirlerinde duygudan çok mantık hakimdir. Sanat ve anlayış bakımından realizme yaklaşmak istemişse de romantizmden tam manasıyla ayrılamamıştır. Şiirlerini bir kitap halinde toplamamış olan Ahmed Reşid’in diğer eserleri şunlardır: 1) Nazariyat-ı Edebiye (1912), 2) Racine Külliyatı (1934-1935), Şiirlerinden sadeleştirilmiş bir örnek:
Valideme
Hani sen ... saçlarımı okşayarak, Her gece yüreğinin sıcaklığında beni Yatırırdın, ısıtırdın ... hani sen! Şefkatli bakışına gülümseyen Oğlunun uyuyan gözünü Öpücüklerle kapatırdın, ancak
Hani sen ... sağlığını rahatını Yavrunun masum neşesi için Zevk alırdın feda etmekten Görmesen oğlunu bir gün mesela Değişir, heyacanlanırdın o gün O gün örterdi üzüntü, saflığını. | |
| | | BRL
Mesaj Sayısı : 1207 Doğum tarihi : 07/02/94 Kayıt tarihi : 31/03/09 Yaş : 30 Nerden : Bursa Ruh HaLim : Tuttuğu takım : Rep Gücü : Dikkat : Burda ben varım..
Güç Sistemi AktifLik: (10/10) Başarı Puanı: (10/10) GüçLüLük: (10/10)
| Konu: Geri: Osmanlı Ansıklopedısı A C.tesi Nis. 11, 2009 3:23 am | |
| AHMED RIZA
İttihat ve Terakki Cemiyetinin ve Jön Türkler hareketinin ileri gelenlerinden. 1859 yılında İstanbul’da doğdu. Birinci Meşrutiyetin Ayan Meclisi azasından ve Kırım Harbinde İngilizlerle yakından ilgilendiği için İngiliz Ali Bey diye meşhur bir zatın oğludur. Annesi ise, Avusturyalı bir kadındır.
Ahmed Rıza, ailesinden Avrupai bir eğitim gördü. Galatasaray Lisesini bitirdikten sonra Fransa’ya gitti ve ziraat tahsili yaparak Türkiye’ye döndü. Bursa Maarif müdürlüğü vazifesine tayin edildi. Bu sırada İbrahim Temo, Abdullah Cevdet gibi kişilerin tıbbiye talebesiyken gizlice kurdukları, daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti adını alan İttihad-ı Osmani Cemiyetine üye oldu. 1884’te merkezi Paris’te olan Societe des Positivistes’e (Pozitivistler Birliğine) üye olarak, onların fikir ve görüşlerini yeni Türk fikir hareketinin parolası haline getirmeye çalıştı. 1889’da Fransa ihtilalinin yüzüncü yıl dönümü sebebiyle Paris’te açılan meşhur sergiyi gezmek bahanesiyle Avrupa’ya gitti. Yurda dönmeyerek Jön Türkler hareketinin başına geçti. Hayranı olduğu Fransız filozofu Auguste Comte’un:
“Pozitif bilimden başka bilim yoktur. İnsanlığa, hiçbir insan üstü varlığa dayanmayan ve insan sevgisinden doğan yeni bir insanlık dini gereklidir. Bu din pozitif (müsbet) sebeplerin üzerine kurulmalı, teolojiye (dini ilimlere) olduğu kadar metafiziğe de sırt çevirmemelidir. İnsanlık dini nereden geldiğimizi ve nereye gideceğimizi düşünmeden, kısa hayatımızı daha yaşanılır bir hale (pozitif hale) koyacaktır. Bu ise birbirimizi sevmekle, birbirimiz için yaşamakla gerçekleşecektir. İnsanlığı, bir insanı sevdiğiniz gibi seviniz.” diyerek peygamberleri ve vahyi inkar eden, İslam kardeşliğini ve İslamiyetin cihad emrini yok sayan felsefi fikirlerini yaymaya çalıştı.
Avrupa’daki teşkilatın adını, Auguste Comte’un pozitivist felsefesinin parolası olan “Nizam ve Terakki” koymak istedi. Ancak Jön Türkler, bu ismi kabul etmeyip, İstanbul’daki İttihad-i Osmani Cemiyetinin İttihad’ının da bu cemiyetin isminde yer almasını istediler. Böylece İstanbul’dakilerin İttihad’ı ile Ahmed Rıza’nın Terakki’si bir araya getirilerek, "İttihad ve Terakki" Cemiyeti haline geldi.
Cemiyetin başına geçen Ahmed Rıza, Paris’e tahsil için gönderildi. Burada cemiyetin diğer üyeleri ile birlikte Meşveret Gazetesi'ni çıkarmaya başladı. Çeşitli yollardan yurda gizlice sokulan bu gazeteyi bir ara Osmanlı idaresinin Fransa hükumetiyle olan diplomatik görüşmeleri neticesinde Paris’te çıkaramaz olunca, Cenevre'de neşretmeye başladı. Orada da takibata uğrayınca Brüksel’de çıkarmaya devam etti. Fakat Belçika hükumeti de Osmanlı Devletiyle olan münasebetleri sebebiyle gazetenin çıkmasına mani oldu. Ancak Belçika parlamenterlerinden M.Georges Lorand, gazetenin mesul müdürlüğünü üzerine aldı. Yıkıcı ve bölücü fikirleri yaymaya devam etmesi sebebiyle Ahmed Rıza Belçika’dan 1897 senesinde sınır dışı edildi.
Şahsi geçimsizliği ve sadece pozitivist fikirlere itibar etmesi sebebiyle Jön Türkler arasında bölünme oldu. Bir kısmı İstanbul’a döndü. Ahmed Rıza ise, Avrupa’daki grubun başında kaldı. İkinci Meşrutiyetin ilan edilmesine kadar hayranı olduğu Auguste Comte’un pozitivist fikirlerini yaydı ve Sultan İkinci Abdülhamid Han aleyhindeki faaliyetlere devam etti.
1908 yılında İkinci Meşrutiyet ilan edilince, İstanbul’a döndü. İttihat ve Terakki Partisinin önemli kişileri arasında ilk Mebusan Meclisine İstanbul’dan milletvekili seçildi ve Meb’usan Meclisi başkanı oldu. Bir müddet sonra Ayan Meclisi üyeliğine getirildi. Hareket Ordusunun İstanbul’u işgali ve İkinci Abdülhamid Hanın tahttan indirilmesinden sonra, Mebusan Meclisinin toplandığı Çırağan Sarayında çıkan bir yangın sebebiyle itibarını kaybetti.
İttihat ve Terakki Partisi liderlerinden fikirce ayrılmış olan Ahmed Rıza, Birinci Cihan Harbi sonunda Padişah Mehmed Vahideddin Han tarafından Ayan Meclisi başkanlığına getirildi. Mütareke devrinin ilk günlerinde bazı hareketleri sebebiyle Ayan Meclisi başkanlığından uzaklaştırıldı. Tekrar Paris’e gitti. İstiklal Harbi sona erince İstanbul’a döndü. Ömrünün son yıllarını, kendi köşesinde hiç birşeye karışmadan geçirdi. Başkalarını hor ve hakir gören, kibirli ve inatçı olduğu kadar geçimsiz bir kişiliğe de sahib olan Ahmed Rıza, 1930 yılında İstanbul’da Şişli Etfal Hastahanesinde öldü.
ALİ FUAD TÜRKGELDİ
Tanzimat devri siyaset adamlarından ve tarihçi. 1867'de İstanbul’da doğdu ve 1935’te yine burada vefat etti.
Tanzimat devri Dahiliye müsteşarlarından Celal Beyin torunu ve Tercüme odası Mühimme müdürü Cemal Beyin oğludur. Soğukçeşme Askeri Rüşdiyesi ile lisan mektebini bitirdi. 1895’te ise Hukuk Mektebinden mezun oldu. Hindli Hoca İskender Efendiden Farisi ve Farisi edebiyatını öğrendi. 1881’de mülazemetle Dahiliye mektubi kalemine girdi. Bu resmi vazifesi yanında tahsiline de devam etti. Pekçok komisyonlarda çalıştıktan sonra, çalıştığı kaleme müdür; 1901 senesinde Dahiliye Mektupçusu oldu. 1903 senesinden itibaren Dahiliye müsteşarlığına vekalet etti. Meşrutiyetin ilanında bu iki vazifeyi yapmaktaydı. 1908 senesinde Sadaret Mektupçusu, 1909’da Dahiliye müsteşarı oldu. Bu vazifedeyken Gazi Ahmed Muhtar Paşa kabinesi, sonra Hüseyin Hilmi Paşanın Meclis-i vükela’da teklifi ve Sultan Reşad’a tavsiyesiyle 1912’de Mabeyn baş kitabetine tayin edilmiştir. Sultan Reşad’ın vefatına kadar ve Vahdeddin Hanın tahta geçmesinden sonra da bu vazifede kaldı. Sonra da Damad Ferid Paşanın ikinci sadaretinde Kuvay-ı milliyeyi asi ilan eden Hatt-ı hümayuna itirazı üzerine sadrazamla araları tamamen açılarak Şura-yı devlet, Maliye ve Nafia Dairesi riyasetine nakil suretiyle 1920’de saraydan çıkarıldı. Tevfik Paşanın son defa sadarete gelmesini müteakib aynı sene içinde sadaret müsteşarlığına tayin olunarak İstanbul hükumetinin ilgasına kadar bu vazifede kaldı.
Ali Fuad’ın tarihle ilgili bazı eserleri vardır. Bunlar; Rical-i Mühimme-i Siyasiye, Ma’ruf Simalar, Mesail-i Mühimme-i Siyasiyye, Evdar-ı Islahat, Tarihi Fırkalar, Afaki Fırkalar ve Görüp İşittiklerim isimli hatıratıdır.
ALİ HAYDAR EFENDİ
Son devir Osmanlı hukuk alimi. Gürcüzade Mehmed Emin Efendinin oğludur. 1853 senesinde Batum’da doğdu. 1935 senesinde İstanbul’da vefat etti.
İlk tahsilini doğum yeri olan Batum’da gördükten sonra İstanbul’a geldi. Hünkar imamı Hafız Reşid Efendiden okudu. Medreset-ül-kudatı (Hukuk Fakültesini) birincilikle bitirdi. Yirmi yedi yaşında Burdur kadılığına tayin edildi. Daha sonra Uşak ve Denizli kadılıkları yaptı. 1883’te İstinaf Mahkemesi azalığına, sonra Mekteb-i Hukuk-i Mecelle ve Usul-i Muhakemat-ı Hukukiyyenin ameliyat-ı tatbikiyyesi dersini okuttu. İstanbul-Bidayet Mahkemesi İkinci Hukuk Dairesi başkanlığına tayin edildi. Zamanla Bidayet Mahkemesi birinci reisliğine terfi ettirildi. Ehliyetinden dolayı 1898 tarihinde İstinaf Mahkemesi hukuk kısmı reisi, 1900’de Temyiz Mahkemesi azası, 1907’de Temyiz-i Hukuk Dairesi reisi oldu. 1911 tarihinde padişahın emri ile uzun müddet yaptığı ilmi çalışmalarının karşılığı olarak birinci rütbeden maarif nişanı aldı. 1914 tarihinde Fetvahane-i ali eminliğinde bulundu. Gayretli çalışmaları neticesinde padişahın emri ile haiz olduğu Osmanlı nişanı üçüncü rütbeden birinci rütbeye yükseltildi. Kazaskerlik payesi ile ömrünün sonuna kadar adliye nazırlığında bulundu. Soyadı kanunundan sonra Arsebuk soyadını aldı. 1837’de doğup 1903’te vefat eden Büyük ve bu evliliklerinden dört erkek, üç kız çocuğu olmuştur. Oğullarının ikisi kendisi gibi hukuk mesleğini seçmişlerdir.
Eserleri:
Ali Haydar Efendinin en meşhur eseri, dört büyük cilt halinde birkaç kere basılmış ve Arapçaya da çevrilmiş olan Dürer-ül-Hükkam fi Şerh-i Mecellet-ül-Ahkam adlı Mecelle şerhidir. Erazi Kanunu Şerhi ve Evkafta Muvadaa, Risale-i Mefkud ve İntikal Kanunu Şerhi gibi eserleri de vardır.
ALİ HAYDAR EFENDİ (Büyük Nasuhizade)
Osmanlı hukuk alimi. Rumeli eşrafından seraskerlik dairesi katiplerinden Pirlepeli Mehmed Numan Efendinin oğludur. 1837 senesinde İstanbul’da doğdu. 1903’te İstanbul’da vefat etti. Mecelle şarihi Ali Haydar Efendiden ayırdedebilmek için bu zata “Büyük” lakabı verilmiştir.
Küçük yaşta ilim tahsiline başlayan Ali Haydar Efendi, Fatih Camiinde Şeyh Mustafa Efendiden fıkıh ve tefsir okudu. Bir taraftan da Rüşdiye tahsili gördü. Tikveşli Yusuf Efendinin cami derslerine devam ederek icazetname (diploma) aldı. Rüşdiye’den sonra, kadı yetiştirilmek için kurulan Muallimhane-i Nüvvab’ı birincilikle bitirdi. Ayrıca Arab ve Fars edebiyatı ile astronomi ve biyoloji okudu. Aynı mektepte fıkıh ve feraiz müderrisliği yaptı. Sırasıyla, Bosna müfettişi hükkamlığı, Bosna, Tuna, İzmir kadılıkları, Tuna ve İzmir Divan-ı Temyiz başkanlığı, Meclis-i tedkikat-ı Şer’iyye ve Şuray-ı Devlet Tanzimat Daire üyeliği vazifelerinde bulundu. 1884 senesinde Hukuk Mektebi Mecelle profesörlüğü yaptı. 1885’te kurulan Meclis-i Kebir-i Maarif başkanlığına tayin edildi. 1900’de Hukuk mektebindeki Mecelle dersini, Mecelle şarihi olan Ali Haydar Efendiye bırakarak, bu mektebin Usul-i fıkıh muallimliği ve Şarki Rumeli İslam cemaati nazırlığı yaptı. 28 Kasım 1903’te Koska’daki evinde vefat etti. Üsküdar’da büyük dedeleri Nasuhi Efendi Kabristanına defnedildi.
Aldığı işi mükemmel yerine getiren, tevazu ve nezaket sahibi olan Ali Haydar Efendi, fesahat ve belagatta üstün idi. Türk, Arap, İran edebiyatına vakıf olup, gazelleri vardır.
Eserleri:
1) Romanya, Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan ile Bosna-Hersek ve Karadağ’da bulunan Müslümanların mezheb durumlarına dair meşihat makamının emri üzerine yazdığı Risale; 2) Şarki Rumeli ile Bulgaristan’da bulunan İslam cemaatinin vakfiye işleriyle, müftileri ve cemaat meclisleri hakkında talimname; 3) Mecelle-i Ahkam-ı Adliyye şerhi, 4) Hukuk Mektebinde okuttuğu Usul-i Fıkh.
ALİ KUŞÇU
İslam aleminin büyük astronomu ve kelam alimi. İsmi, Alaüddin Ali bin Muhammed el-Kuşçu’dur. Babası Muhammed, ünlü Türk sultanı ve astronomi alimi Uluğ Beyin kuşçusu idi. Bu yüzden ailesi Kuşçu lakabıyla meşhur oldu. Ali Kuşçu’nun doğum yeri ve tarihi kesin olarak bilinmemekte olup, 15. yüzyılın başlarında Semerkant’ta doğduğu kabul edilmektedir.
Uluğ Beyin hükümdarlığı sırasında Semerkant’ta ilk ve dini öğrenimini tamamladı. Küçük yaşta matematik ve astronomiye karşı aşırı bir ilgi duydu. Devrinin en büyük alimleri olan Uluğ Bey, Bursalı Kadızade Rumi, Gıyaseddin Cemşid ve Muinüddin Kaşi’den astronomi ve matematik dersleri aldı. Bu büyük alimlerden aldığı ilimlerle yetinmeyip daha fazlasını öğrenme arzu ve isteği ile kimseye haber vermeden sinesinde ünlü alimlerin toplandığı Kirman’a gitti. Kirman’da bulunduğu sırada akli ve nakli ilimler üzerinde çalışmalara devam edip, burada Hallü Eşkal-i Kamer (Ay Safhalarının Açıklanması) adlı risaleyi ve Şerh-i Tecrid adlı eserini hazırladı.
Kirman’dan tekrar Semerkant’a dönen Ali Kuşçu, Zic-i Uluğ Bey’in hazırlanması çalışmalarına katıldı. Kadızade Rumi’nin ölümü üzerine Uluğ Bey tarafından Semerkant Rasathanesine müdür tayin edildi.
Uluğ Beyin öldürülmesinden sonra Semerkant Medresesindeki dersleri ile rasathanedeki çalışmalarına son vererek Semerkant’tan ayrılıp Tebriz’e, bir müddet sonra da, Uzun Hasan’ın elçisi olarak İstanbul’a geldi. Fatih Sultan Mehmed Han, onun değerli bir ilim adamı olduğunu kısa bir görüşmeden sonra anladı ve ondan Osmanlı Devleti hizmetine girmesini rica etti. Bu teklif üzerine Ali Kuşçu elçilik vazifesini tamamladıktan sonra tekrar İstanbul’a geldi. İlim adamlarına çok büyük ilgi ve hürmet gösteren Fatih Sultan Mehmed, Ali Kuşçu’ya bu ikinci yolculuğu sırasında her konak menzili için bir altın hediye vermiştir. Ali Kuşçu İstanbul’a geldikten sonra, Ayasofya Medresesine müderris tayin edildi. Fatih, Ali Kuşçu’ya bu görevi yanında kendi hususi kütüphanesinin müdürlük vazifesini de verdi. İstanbul medreselerinde astronomi ve matematik ilimlerinde Ali Kuşçu’nun çalışmaları neticesinde büyük gelişmeler görüldü. Derslerine İstanbul’un meşhur alimleri de katılırlardı. İlim sahasında hizmet ve adları ile ün yapmış olan Hoca Sinan Paşa, Molla Lütfi ve Ali Kuşçu’nun oğlu Mirim Çelebi gibi alimler onun derslerinde yetiştiler. Ali Kuşçu, yalnız telif eserleri ile değil, çalışma ve yol göstermesiyle devrini aşan büyük bir alimdir. Uzun seneler Osmanlı ilim ve irfan alemini aydınlatan Ali Kuşçu 1474’te İstanbul’da vefat etti. Eyyub Sultan Kabristanına defnedildi.
Ali Kuşçu’nun yazdığı eserlerden bazıları şunlardır:
Risale fi’l-Hey’e (Astronomi Risalesi). 1457 yılında Semerkant’ta Farsça olarak yazmıştır. Osmanlı mühendishanesinde 19. asır başlarında ders kitabı olarak okutulmuştur.
Risale fi’l-Fethiyye (Fetih Risalesi): Astronomiden bahseden bu eser, bir önceki eserin eklerle Arabi’ye çevrilmişidir. Bu eserde ekliptiğin eğimini hesap eden Ali Kuşçu, 23°30'17" olarak bulmuştur. Bugün bulunan değer ise 23°27' dır. Bu iki değer arasında küçük fark, Ali Kuşçu’nun astronomideki üstün bilgisini ortaya koyar.
Risale fi’l-Hesap: Matematik kitabıdır.
Risale fi’l-Muhammediyye: Cebir ve hesap konularından bahseder. Eserin son sahifesinde Ali Kuşçu’nun kendi el yazısıyla bir imzası ve eserin 1472 yılında bittiğini belirten bir kayıt vardır.
Bunlardan başka Uluğ Bey Zici’ne yazdığı şerh çok kıymetli ve en mühim eseridir. | |
| | | BRL
Mesaj Sayısı : 1207 Doğum tarihi : 07/02/94 Kayıt tarihi : 31/03/09 Yaş : 30 Nerden : Bursa Ruh HaLim : Tuttuğu takım : Rep Gücü : Dikkat : Burda ben varım..
Güç Sistemi AktifLik: (10/10) Başarı Puanı: (10/10) GüçLüLük: (10/10)
| Konu: Geri: Osmanlı Ansıklopedısı A C.tesi Nis. 11, 2009 3:24 am | |
| ALİ PAŞA (Mehmed Emin)
Islahat Fermanı’nı hazırlayan ve yürürlüğe koyan Osmanlı sadrazamı. 1815 senesinde İstanbul’da doğdu. Babası Mısır çarşısında attarlık ve kapıcılık yapardı. Geçimini sağlamak için çalışmak zorunda kaldığından iyi ve devamlı bir tahsil göremedi. Daha sonra vüzeradan birinin yardımıyla divan-ı hümayun kalemine girdi. Burada kendisine Ali, lakabı verildi. Ali yedi sene kadar divan-ı hümayun mühimme tercüme kalemlerinde çalıştı ve Fransızcasını ilerletti.
1835 senesinde sefaret ikinci katibi olarak Viyana’ya gitti ve bir buçuk sene burada kalarak diplomatlık mesleğini öğrendi. Ali’nin bundan sonra icraatlarında buradayken kapıldığı Avrupai fikirlerin etkisi daimi olarak görüldü. 1837’de divan-ı hümayun tercümanı oldu. 1838’te Reşid Paşa Londra elçiliği ile vazifelendirilince, Ali Efendi’yi de sefaret müsteşarı olarak yanında götürdü. Reşid Paşa 1846’da sadrazam olunca kendisiyle aynı fikirleri paylaşan Ali Efendiyi hariciye nazırı yaptı.
Bu dönemde Reşid Paşa vasıtasıyla mason olan Ali Paşaya 1848’de vezirlik ve müşirlik rütbesi verildi. 1852’de Reşid Paşa görevden azledilince yerine Ali Paşa getirildi. Bu menfaat çatışmaları üzerine iki paşanın arası açıldı. Aynı yıl mukaddes makamlar meselesi yüzünden azledilen Ali Paşa, İzmir valiliğine tayin edildi. Kırım savaşı sonunda toplanan Viyana konferansına Osmanlı delegesi olarak katılan Ali Paşa, Mustafa Reşid Paşanın 1855’te dördüncü sadaretinden istifa etmesi üzerine ikinci defa bu makama getirildi. Bu sadareti sırasında Osmanlı Devleti’nin başına büyük gaileler açacak olan ve gayr-i müslimlerdeki istiklal ateşini körükleyen Islahat Fermanı’nı yürürlüğe koydu (1856). Bu ferman yayınlandığında, Fransız elçisi bile; “Osmanlı Devleti’nin bu kadar fedekarlıkta bulunacağını hiç ummuyorduk” diyerek hayretini ifade etmiştir. Mason Mustafa Reşid Paşa bile bu kadarına dayanamıyarak, bu fermanın hainler tarafından Avrupa’ya verilen memleketi tahrib vasıtası olduğunu belirten bir raporu Abdülmecid Han’a sunmuştur (Bkz. Islahat Fermanı). Nitekim fermanın ilanı üzerinden henüz bir yıl geçmeden ülkenin dört bir yanında isyanların patlak vermesi üzerine istifa etmek zorunda kaldı.
Bundan sonra, birbirlerine düşmanlık gösterilerinde bulunan, ancak Osmanlıyı batının kuklası yapmak gayesinde birleşen Mustafa Reşid ile Ali Paşa, oturdukları koltuğu nöbetleşe doldurarak devletin bu en önemli mevkiini ellerinde tuttular. Ali Paşanın bilhassa beşinci sadareti döneminde (1867) Belgrad’ı Sırplara teslim etmesi ve Girid’de hıyanet derecesine varan imtiyazları, ıslahat adı altında gerçekleştirerek adanın elden çıkmasına sebep olması, aleyhinde büyük bir infialin doğmasına sebep oldu. Ali Paşa 1871 senesi Eylül’ünün yedisinde Bebek’te bulunan yalısında öldü.
Ali Paşa, hırslı ve kaprisli bir adamdı. Tenkit edilmekten hoşlanmazdı. Rakiplerine karşı acımasızdı. Mevkiini muhafazada aşırı derecede hassasiyet gösterir, bu sebeple padişahın huzurunda bulunurken kan-ter içerisinde kalır ve konuşurken elleri ayakları titrerdi. Cevdet Paşa’nın bildirdiği gibi hariciye nezaretinde devlete sadık olan memurları azl ederek yerlerine devlete düşman olan ermenileri tayin etmesi onun mevkiine ne kadar düşkün olduğunu gösterir. Yedi sene hariciye nezaretine, beş defa da sadarete geldi. Sekiz sene üç ay on dokuz gün sadarette kaldı.
ALİ PAŞA (Mehmed Emin)
Islahat Fermanı’nı hazırlayan ve yürürlüğe koyan Osmanlı sadrazamı. 1815 senesinde İstanbul’da doğdu. Babası Mısır çarşısında attarlık ve kapıcılık yapardı. Geçimini sağlamak için çalışmak zorunda kaldığından iyi ve devamlı bir tahsil göremedi. Daha sonra vüzeradan birinin yardımıyla divan-ı hümayun kalemine girdi. Burada kendisine Ali, lakabı verildi. Ali yedi sene kadar divan-ı hümayun mühimme tercüme kalemlerinde çalıştı ve Fransızcasını ilerletti.
1835 senesinde sefaret ikinci katibi olarak Viyana’ya gitti ve bir buçuk sene burada kalarak diplomatlık mesleğini öğrendi. Ali’nin bundan sonra icraatlarında buradayken kapıldığı Avrupai fikirlerin etkisi daimi olarak görüldü. 1837’de divan-ı hümayun tercümanı oldu. 1838’te Reşid Paşa Londra elçiliği ile vazifelendirilince, Ali Efendi’yi de sefaret müsteşarı olarak yanında götürdü. Reşid Paşa 1846’da sadrazam olunca kendisiyle aynı fikirleri paylaşan Ali Efendiyi hariciye nazırı yaptı.
Bu dönemde Reşid Paşa vasıtasıyla mason olan Ali Paşaya 1848’de vezirlik ve müşirlik rütbesi verildi. 1852’de Reşid Paşa görevden azledilince yerine Ali Paşa getirildi. Bu menfaat çatışmaları üzerine iki paşanın arası açıldı. Aynı yıl mukaddes makamlar meselesi yüzünden azledilen Ali Paşa, İzmir valiliğine tayin edildi. Kırım savaşı sonunda toplanan Viyana konferansına Osmanlı delegesi olarak katılan Ali Paşa, Mustafa Reşid Paşanın 1855’te dördüncü sadaretinden istifa etmesi üzerine ikinci defa bu makama getirildi. Bu sadareti sırasında Osmanlı Devleti’nin başına büyük gaileler açacak olan ve gayr-i müslimlerdeki istiklal ateşini körükleyen Islahat Fermanı’nı yürürlüğe koydu (1856). Bu ferman yayınlandığında, Fransız elçisi bile; “Osmanlı Devleti’nin bu kadar fedekarlıkta bulunacağını hiç ummuyorduk” diyerek hayretini ifade etmiştir. Mason Mustafa Reşid Paşa bile bu kadarına dayanamıyarak, bu fermanın hainler tarafından Avrupa’ya verilen memleketi tahrib vasıtası olduğunu belirten bir raporu Abdülmecid Han’a sunmuştur (Bkz. Islahat Fermanı). Nitekim fermanın ilanı üzerinden henüz bir yıl geçmeden ülkenin dört bir yanında isyanların patlak vermesi üzerine istifa etmek zorunda kaldı.
Bundan sonra, birbirlerine düşmanlık gösterilerinde bulunan, ancak Osmanlıyı batının kuklası yapmak gayesinde birleşen Mustafa Reşid ile Ali Paşa, oturdukları koltuğu nöbetleşe doldurarak devletin bu en önemli mevkiini ellerinde tuttular. Ali Paşanın bilhassa beşinci sadareti döneminde (1867) Belgrad’ı Sırplara teslim etmesi ve Girid’de hıyanet derecesine varan imtiyazları, ıslahat adı altında gerçekleştirerek adanın elden çıkmasına sebep olması, aleyhinde büyük bir infialin doğmasına sebep oldu. Ali Paşa 1871 senesi Eylül’ünün yedisinde Bebek’te bulunan yalısında öldü.
Ali Paşa, hırslı ve kaprisli bir adamdı. Tenkit edilmekten hoşlanmazdı. Rakiplerine karşı acımasızdı. Mevkiini muhafazada aşırı derecede hassasiyet gösterir, bu sebeple padişahın huzurunda bulunurken kan-ter içerisinde kalır ve konuşurken elleri ayakları titrerdi. Cevdet Paşa’nın bildirdiği gibi hariciye nezaretinde devlete sadık olan memurları azl ederek yerlerine devlete düşman olan ermenileri tayin etmesi onun mevkiine ne kadar düşkün olduğunu gösterir. Yedi sene hariciye nezaretine, beş defa da sadarete geldi. Sekiz sene üç ay on dokuz gün sadarette kaldı
ALİ PAŞA (Moldovancı);
On sekizinci yüzyıl Osmanlı sadrazamlarından. Kastamonu’nun Daday kazası Sorkun köyündendir. Doğum tarihi belli değildir. İstanbul’a geldikten sonra Bostancı Ocağına girdi. Bostancıbaşılığa kadar yükseldi. 1762’de vezirlikle Rumeli beylerbeyliğine atandı. Daha sonra Bosna, Diyarbakır, Anadolu, Konya, Adana, Maraş beylerbeyliklerinde bulundu. 1768 Rus Seferi sırasında Bender seraskerliğinde bulundu. 1769’da Yaş muhafızlığına ve aynı yıl içinde Hotin seraskerliğine tayin edildi.
Ali Paşanın burada bulunduğu sırada Hotin üzerine gelen Rus kuvvetlerini mağlub etmesi şöhretini artırdı. 12 Ağustos 1769'da Yağlıkçızade'nin yerine vaziriazam ve serdar-ı ekrem oldu. Ancak Ali Paşa, Rusların tekrar taarruzları ve Hotin önündeki muvaffakiyetsizliği sebebiyle aynı sene içerisinde azl olunarak yerine Halil Paşa tayin edildi (12 Aralık 1789). Gelibolu’ya sürgün edilen Ali Paşa, 1770’te Seddülbahir muhafızlığıyla Boğaz seraskerliğine tayin edildi. 1772’de ihtiyarlığı dolayısıyla emekli edilerek Tekirdağ’a gönderildi. 1773’te burada vefat etti. Kaynaklarda Ali Paşanın çok cesur, fedakar ve gayretli bir zat olduğu yazılıdır.
ALİ PAŞA (Seydi);
Osmanlı kaptan-ı deryalarından. Doğum yeri ve tarihi bilinmemektedir. Cezayir’de kaptan oldu. Daha sonra İstanbul’a gelerek Kapı Kethüdası oldu. Akdeniz Filosu Komutanlığı yaptı. 1806-1812 Osmanlı-İngiliz Savaşı sırasında İngiliz donanmasının Marmara Denizine girmesi üzerine vezirlikle kaptan-ı deryalığa getirildi (1807). İstanbul kıyılarını ve Çanakkale Boğazını toplarla tahkim ettirdi. Çanakkale Boğazına giren İngiliz donanmasını topa tutarak büyük kayıplar verdirdi. Daha sonra Silistre valiliğine tayin edildi. Ancak Alemdar Mustafa Paşa ile arasının açık olması dolayısıyla bu görevi kabul etmedi. Bu sebeple Mısır’a sürüldü. İskenderiye’ye indiği gün vefat etti (1809
ALİ SEYDİ BEY;
Osmanlı Devletinin son devirlerinde yetişen devlet adamı ve yazarlarından. 1870 Martında Erzincan’da doğdu. Babası süvari kumandanı Üzeyir Paşadır. Tahsiline Erzincan’da başlıyan Ali Seydi, Askeri Rüşdiyeyi ve Mülkiye İdadisini bitirdi. Tahsili sırasında şiirler yazdığından okulun önde gelen şairleri arasında yer alıyordu. Mülkiyenin yüksek kısmından 1891’de mezun oldu. Aynı sene Şura-ı Devlet Kaleminde memur olarak vazifeye başladı. Bir yandan da Numune-i Terakki Mektebi ve İdadilerde hendese, hesap, tarih, kitabet ve imla hocalığı yaptı. Bir süre sonra Hazine-i Hassa Nezareti Tahrirat Kalemi mümeyyizliğine tayin edildi. Daha sonra Arazi-i Seniyye başkatipliği üyesi olarak Bağdat’a gönderildi (1896). Bu vazifede iken Bağdat’ın çeşitli okullarında vazife yaptı. Aşiretler arasında bazı ihtilafları halletmekle görevlendirildi. Bu vazifeyi başarı ile yapınca 1900 Martında İstanbul’a döndü.
Ali Seydi Bey, vazifelerinde gösterdiği başarılardan dolayı sırasıyla Hazine-i Hassa Tahrirat Kalemi Mümeyyizi (1901), Baş Mümeyyiz (1904), Baş Müfettiş (1907) oldu. Bu vazifelerdeyken çeşitli rütbe ve nişanlarla mükafatlandırıldı. Sultan İkinci Abdülhamid Hanın tahttan indirilmesinden sonra Hazine-i Hassanın Maliye Nezaretine bağlanmasıyla, bir süre açıkta kaldı. Bir süre sonra hizmeti göz önünde tutularak Dahiliye Nezareti Müfettişliğine tayin edildi (1909). Aynı sene Sultan Reşad’ın emri ile kurulan Tarih-i Osmani Encümenine daimi üye seçildi. 1913-1919 seneleri arasında sırasıyla Adana Vali Vekilliği, Dahiliye Nezareti Teftiş Heyeti Umum Müdür Vekilliği, Bolu ve Çatalca Mutasarrıflığı ve Elazığ Valiliğinde görev aldı. Daha sonra Mekteb-i Mülkiyede öğretmenlikte bulundu. Trabzon Mebusu olarak meclise girdi ise de aynı senenin Ekim ayında vefat etti.
Ali Seydi Bey, eserleri ile Türk eğitim ve fikir hayatına önemli hizmetlerde bulunmuştur. Ona göre ilerlemek için halkın kültür seviyesini yükseltmek ve batının ilim ve fen alanındaki buluşlarını öğrenmek lazımdır. Bu yüzden ders kitabı mahiyetinde irili ufaklı birçok kitap yazmıştır. Alfabe değişikliğine karşı çıkarak, bunun getireceği zararları anlatan küçük bir risale de yazmıştır.
ALİ SÜAVİ
Osmanlı Devletinin son zamanlarında yetişen yazar ve ihtilalci. 1839 senesinde İstanbul’un Cerrahpaşa semtinde doğdu. Babası Çankırı’nın Çay köyünden olup, İstanbul’da yerleşmiş kağıt mühreciliği (parlatmacılığı) yapan Hüseyin Ağadır. Davutpaşa İskele Rüşdiyesinde bir kaç sene okuyan Süavi, medrese tahsili görmemiş olup, cami dersleriyle kalmıştı. Bu sebeple daha sonraları cami vaizliği yaptığı dönemlerde halkın diliyle ve çok kere de mantıkiyle konuşurdu. Süavi, Sami Paşanın maarif nazırlığı sırasında girdiği imtihanda başarı göstererek, Bursa Rüşdiyesine muallim-i evvel tayin edildi. Ancak ahlaki düşüklüğü dolayısıyla hakkında yapılan şikayetler artınca, bir sene sonra Bursa’dan ayrılmak mecburiyetinde kaldı. Bir müddet Rüşdiyede baş muallimlik vazifesinde bulundu. Bu sırada hacca giden Ali Süavi, dönüşte Sami Paşanın himayesiyle Filibe Rüşdiyesine hoca olarak tayin edildi. Daha sonra Sofya’da ticaret mahkemesi reisliği, Filibe’de tahrirat müdürlüğü yaptı.
1867 senesinde İstanbul’a dönen Süavi, bir taraftan Şehzade Camiinde vazlar veriyor, diğer taraftan Filip Efendinin Muhbir adlı gazetesinde yazarlık yapıyordu. Bir süre sonra devlet aleyhinde şiirler yazmaya başladı. Bu durum, gazetenin kapatılmasına ve Ali Süavi’nin Kastamonu’da ikamete mecbur edilmesine yol açtı. Kastamonu’dayken Mustafa Fazıl Paşanın daveti üzerine kaçıp Paris’e gitti. Paris’te Mustafa Fazıl Paşa ve arkadaşlarıyla yapılan toplantıdan sonra, burada alınan karar üzerine Muhbir Gazetesini çıkarmak için Londra’ya gitti. Gazetenin daha ilk nüshalarından itibaren kararlaştırılmış hedeflerin dışına çıktığı görüldü. Bu yüzden Yeni Osmanlılar ve diğer erkan ile arası bozuldu. Namık Kemal ve Ziya Beyin desteklerini çekmeleri üzerine gazete kapanmak zorunda kaldı.
Londra’da bir İngiliz kızı ile evlenen Ali Süavi, sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesinden sonra İstanbul’a geri döndü. Sultan İkinci Abdülhamid Hanın mabeyn feriki olan İngiliz Said Paşanın yardımı ile Galatasaray Sultanisine müdür tayin edildi. Kötü idaresi ile mektebi karıştırması, perişan tavırları ve Türk halkının örf ve adetlerine uymayan davranışları yüzünden kısa zaman sonra bu görevden azl edildi. Bu olaydan sonra Abdülhamid Hana ve idaresine düşman kesilen Ali Süavi, Sultan’ı tahttan indirmeye ve yerine beşinci Murad’ı padişah yapmaya karar verdi. Bu konuda İngilizlerin de desteğini sağladı. Bunun için gizli olarak çalışmaya başladı. Etrafına topladığı beş yüz kadar göçmen ile 20 Mayıs’ta Beşinci Murad’ın bulunduğu Çırağan Sarayı’nı basarak, beşinci Murad’ı dışarı çıkardı. Bu sırada yetişen Beşiktaş muhafızı Hasan Paşanın vurduğu bir sopa darbesiyle Ali Süavi olay yerinde öldü (1878). Yıldız Sarayı civarında bir yere gömüldü. Bugün yeri kaybolmuştur. İngiliz olan karısı Mary, olay gecesi yalıda bulunan belgeleri yaktıktan sonra derhal kendisini bekleyen gemi ile Londra’ya kaçtı (Bkz. Çırağan Vak’ası).
Ali Süavi daima ön safta bulunmak isteyen, övülmeyi seven, yalan söylemekten çekinmeyen ve dostluğuna güvenilmeyen bir kişiliğe sahipti. Onun bu şahsiyetini iyi değerlendiren İngilizler, kendisini istedikleri biçimde yetiştirmişler ve kullanmışlardır. Nitekim o, rejim meselesinde İngiliz parlementarizmine benzeyen bir meşrutiyet arzusunu daimi olarak dile getiriyordu. | |
| | | BRL
Mesaj Sayısı : 1207 Doğum tarihi : 07/02/94 Kayıt tarihi : 31/03/09 Yaş : 30 Nerden : Bursa Ruh HaLim : Tuttuğu takım : Rep Gücü : Dikkat : Burda ben varım..
Güç Sistemi AktifLik: (10/10) Başarı Puanı: (10/10) GüçLüLük: (10/10)
| Konu: Geri: Osmanlı Ansıklopedısı A C.tesi Nis. 11, 2009 3:24 am | |
| ABDÜLBAKİ ARİF EFENDİ
Osmanlı alim, şair ve hattatı. İstanbul’un Kasımpaşa semtinde doğdu. Doğum tarihi kesin olarak belli değildir. Bazı kaynaklarda 1633’te doğmuş olmasının kuvvetli olduğu yazılıdır. Babası Tersane-i Amire mahzen katibi Ammizade Mehmed Efendidir.
Abdülbaki Efendi medrese tahsilini tamamladıktan sonra Memikzade Mustafa Efendiye mülazim (asistan) oldu. Bir müddet Harameyn Evkafı katipliği yapan Abdülbaki Efendi, sırası geldiğinde İstanbul’da Defterdar Yahya Medresesi Müderrisliğine kırk akçe yevmiye ile tayin oldu (1665). Buradaki görevini tamamladıktan sonra Şeyhülislam Minkarizade Yahya Efendinin yaptığı imtihanı birincilikle kazandı ve İbtida-i hariç payesiyle Malulzade Medresesine 1668’de müderris oldu. Abdülbaki Efendinin, vazifelerinde gösterdiği başarılar sayesinde süratle dereceleri yükseltildi. Sırasıyla Hüsrev Kethüda (1672), Sekban Ali (1673), Hayreddin Paşa (1675), Atik Murad Paşa (1676), Mahmud Paşa (1678), Atik Valide Sultan (1679), Süleymaniye (1680) medreselerinde müderrislik yaptı. 1681 senesinde Selanik kadılığına tayin edildi. 1683’te bu görevden alınan Abdülbaki Efendi dört sene kadar hattatlıkla meşgul oldu. 1687’de Bursa kadısı oldu. 1692’de Mekke payesi ile Kahire kadılığına getirildi. 1697’de İstanbul payesi alarak İstanbul kadılığına tayin edildi. Bu vazifede dört sene kaldıktan sonra 1702’de Anadolu, daha sonra da Rumeli kazaskeri oldu (1706). Bu görevden Antep ve Mudanya arpalık verilerek azl edildi. 1710’da tekrar Rumeli kazaskeri oldu. Sonra, Bursa’ya mecburi ikamete gönderildi. 1712’de tekrar İstanbul’a dönen Abdülbaki Efendi, 1713 yılında vefat etti. Eyüp Sultan Camii bahçesinde yatmaktadır.
AHMED HAMDİ PAŞA
Osmanlı sadrazamı. Eski sadrazamlardan Melek Ahmed Paşanın soyundan gelen ve sadrazam Hüsrev Paşanın kethüdası olan Yahya Beyin oğludur. 1826 senesinde İstanbul’da doğdu.Tahsilini tamamladıktan sonra, 1841’de Babıali’de eski kethüda kaleminde memuriyete başladı. Daha sonra sadaret mektubi kalemine tayin edildi. 1852’de serasker mektupçuluğuna getirildi ve on sene sonra Dar-ı şura-yı askeri dairesinde aza oldu. Burada 1868 senesine kadar kaldı ve derece derece yükselerek “recai” sırasına girdi. Aynı sene ula sınıfı evveli rütbesi ve 10.000 kuruş maaş ile Divan-ı ahkam adliye azalığına tayin edildi. Bir süre Hukuk dairesi riyaseti vekaletinde bulunduktan sonra bala rütbesi ile Evkaf-ı hümayun nezaretine getirildi ve birçok cami, medrese, mektep ve diğer hayır kurumlarını tamir ettirdi.
1871’de Aydın valiliğine tayin edilen Ahmed Hamdi Paşa, bir sene valilik yaptıktan sonra, önce Tuna valiliğine, Şirvanizade Rüşdi Paşanın sadrazam olması üzerine de tekrar maliye nezaretine getirildi. Hüseyin Avni Paşanın sadarete tayininden kısa bir süre sonra ikinci defa Aydın, buradan da Suriye valiliğine gönderildi. Fakat Şam’ın iklimi kendisine iyi gelmediğinden, istifa etti. 1877 senesinde Dahiliye Nezaretine (İçişleri Bakanlığına) tayin edildi.
93 Harbinin son günlerinde İbrahim Edhem Paşanın sadaretten ayrılması üzerine yerine Ahmed Hamdi Paşa getirildi. Ancak çok geçmeden Osmanlı ordularının kesin bir şekilde mağlubiyete uğramaları ve Edirne’de şartları çok ağır bir mütareke mukavelesinin imzalanmasından sonra sadaretten alınarak, üçüncü defa Aydın valiliğine gönderildi. Bir sene sonra Bağdad valiliğine tayin edildi. Altı ay sonra tekrar Aydın valiliğine nakledildi. Bu sırada Suriye valisi Midhat Paşanın istiklalini ilana hazırlandığı haberi sultana bildirilince, Hamdi ve Midhat paşaların yerleri değiştirildi. Ahmed Hamdi Paşa, Beyrut’ta teftiş için bulunduğu sırada 59 yaşında iken vefat etti. Beyrut’taki Mekteb-i sultani civarında defnedilip, üzerine bir türbe inşa ettirildi.
Yirmi dört gün gibi kısa bir süre sadrazamlık yapan Ahmed Hamdi Paşa, cesur, açık sözlü bir zattı. Sistemli bir tahsil görmemiş olmasına rağmen, üzerine aldığı vazifelerde, elinden geldiği kadar gayret göstermiştir.
ABDÜLAZİZ BİN SUUD
Suudi Arabistan Devletinin kurucusu ve ilk kralı. Babası Abdurrahman bin Faysal’dır. 1880’de Riyad’da doğdu. 1902’de babasının ölümü üzerine Vehhabilerin başına geçti. Birinci Dünya Savaşında İngilizlerle birleşerek Osmanlılara karşı savaştı. O zaman Necid’de Suudoğullarından başka İbn-ür Reşid kabilesi de vardı. Bu kabile, Osmanlılara sadık kalıp, Türklerle birlikte İngilizlere ve Suudoğullarına karşı savaştı. Sulh olduktan sonra, Abdülaziz, İbn-ür Reşid’i gizlice şehid ettirdi. Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Harbinden mağlub çıkınca, toprakları galib devletler arasında paylaşıldı. 1919 senesinin ilk aylarında İngilizler, Mekke’yi, Şerif Hüseyin’den alarak Vehhabilerin reisi olan Abdülaziz’e verdiler. 1926’da ise, Suud Krallığının kurulmasını sağladılar. Uzun zaman Suudi Devletinin krallığını yapan Abdülaziz de 1953’te öldü. Yerine oğlu Prens Suud geçti.
ABBAS VESİM EFENDİ
Osmanlılar zamanında on sekizinci asırda yetişen, hekim, hattat ve astronomi alimlerinden. Kambur Vesim Efendi ve Derviş Abbas Tabib isimleriyle de bilinen Abbas Vesim Efendi, on yedinci yüzyılın sonlarında doğdu. 1760 (H. 1174) senesinde İstanbul'da vefat etti. Kabri Edirnekapı dışındaki kabristandadır.
Küçük yaşta ilim tahsiline başlayan Abbas Vesim Efendi, Bursalı Tabib-i Sultani Ali Efendi ile babası Ömer Şifai Efendiden tıp, Yanyalı Es'ad Efendiden hikmet ve Farsça, Ahmed Mısri'den astronomi ve astroloji, Katibzade Mehmed Refi Efendiden tıp ve ta'lik yazı, ayrıca Latince ve Fransızca öğrendi. Bazı İtalyanca tıp metinlerini Türkçeye tercüme ettirerek, Avrupa'daki gelişmeleri takib etti. Bir ara tahsil maksadıyla Hicaz, Şam ve Mısır'a gitti. Bir çok ilmi araştırmalarda bulunup tıb alanındaki bilgisini geliştirdi. İstanbul'a dönüşünde Sultan Selim Camii civarında eczahane ve muayenehane açtı. İstanbul'da kırk sene müddetle doktorluk yapıp, hem insanlara hizmet etti hem de tıb alanındaki bilgisini arttırdı. Aynı zamanda tasavvufa yönelip Nakşibendiyye yolu büyüklerinden Mehmed Emin Tokadi hazretlerinden tasavvuf bilgilerini öğrendi ve tatbik etti.
Osmanlı tababetini (doktorluğunu) olgunluğa götürmekte büyük hizmeti olan Abbas Vesim Efendinin şahsi tecrübeleri ve verem hakkında en son keşiflere yakın araştırma ve incelemeleri vardır. Tıbbı iyice anlayabilmek için fizik, mekanik ve tecrübi kimyayı bilmenin gerekli olduğunu savunurdu. Bu konuda Tıbb-ı Cedid-i Kimyevi adlı bir eser yazdı. Ayrıca deontolojinin (tıp tarihi ve tıp ahlakı) gelişmesine ve uygulama şekline yön verdi. İbn-i Sina gibi eski tabiplerin eserlerinden ve kendi hocalarından öğrendiği bilgilerle, İstanbul'a gelen bazı batılı tabiplerin eserlerinden istifade ederek Düstur-ül-Vesim fi Tıbb-il-Cedid vel-Kadim adlı eserini yazdı. Doğu ve batı tıbbını karşılaştıran ve mükemmel bir külliyat olan bu eser tıb tarihimiz bakımından önemlidir. İki cild ve 2083 sayfadan ibaret olan bu eserin birinci bölümünde baştan sona kadar organ hastalıkları, ikinci bölümünde kadın ve çocuk hastalıkları, üçüncü bölümünde şişler ve ülserler, dördüncü bölümünde basit ve bileşik ilaçlar anlatılmaktadır. 1748 yılında yazdığı bu eserin üç nüshasından biri Bayezid, ikisi de Ragıp Paşa Kütüphanesindedir.
Abbas Vesim Efendinin ikinci önemli eseri Uluğ Bey Zici'nin Türkçe şerhi olan Nehc-ül-Büluğ fi Şerh-i Zic-i Uluğ'dur. Açık Türkçe ile yazılmış olan bu eser, bütün tatbikata ait misalleri, İstanbul arz (enlem) ve tulüne (boylam) göre tertib etmiştir. Eski Türk takvimini incelemiş ve metinde olmayan İbrani ve Rumi takvimlerini ilave etmiştir. Bir derecenin sinüsünü bulmakta, Uluğ Beyin tarif ettiği Gıyasüddin Cemşid'e ait usulü çok güzel izah etmiştir. Bu eserin yazma nüshaları Bayezid Kütüphanesi 4646 ve Kandilli Rasadhanesi Kütüphanesi 247/1 numarada kayıtlıdır. Ayrıca astronomi ile ilgili Risale-i Rü'yet-i Hilal adlı eseriyle şiirlerinin toplandığı Divan’ı ve Risalet-ül-Vefk adlı eseri yanında Macar Georgios'tan tercüme ettiği Vesilet-ül-Metalib fi İlm-it-Terakib adlı bir farmakoloji kitabı vardır | |
| | | BRL
Mesaj Sayısı : 1207 Doğum tarihi : 07/02/94 Kayıt tarihi : 31/03/09 Yaş : 30 Nerden : Bursa Ruh HaLim : Tuttuğu takım : Rep Gücü : Dikkat : Burda ben varım..
Güç Sistemi AktifLik: (10/10) Başarı Puanı: (10/10) GüçLüLük: (10/10)
| Konu: Geri: Osmanlı Ansıklopedısı A C.tesi Nis. 11, 2009 3:24 am | |
| ABBAS VESİM EFENDİ
Osmanlılar zamanında on sekizinci asırda yetişen, hekim, hattat ve astronomi alimlerinden. Kambur Vesim Efendi ve Derviş Abbas Tabib isimleriyle de bilinen Abbas Vesim Efendi, on yedinci yüzyılın sonlarında doğdu. 1760 (H. 1174) senesinde İstanbul'da vefat etti. Kabri Edirnekapı dışındaki kabristandadır.
Küçük yaşta ilim tahsiline başlayan Abbas Vesim Efendi, Bursalı Tabib-i Sultani Ali Efendi ile babası Ömer Şifai Efendiden tıp, Yanyalı Es'ad Efendiden hikmet ve Farsça, Ahmed Mısri'den astronomi ve astroloji, Katibzade Mehmed Refi Efendiden tıp ve ta'lik yazı, ayrıca Latince ve Fransızca öğrendi. Bazı İtalyanca tıp metinlerini Türkçeye tercüme ettirerek, Avrupa'daki gelişmeleri takib etti. Bir ara tahsil maksadıyla Hicaz, Şam ve Mısır'a gitti. Bir çok ilmi araştırmalarda bulunup tıb alanındaki bilgisini geliştirdi. İstanbul'a dönüşünde Sultan Selim Camii civarında eczahane ve muayenehane açtı. İstanbul'da kırk sene müddetle doktorluk yapıp, hem insanlara hizmet etti hem de tıb alanındaki bilgisini arttırdı. Aynı zamanda tasavvufa yönelip Nakşibendiyye yolu büyüklerinden Mehmed Emin Tokadi hazretlerinden tasavvuf bilgilerini öğrendi ve tatbik etti.
Osmanlı tababetini (doktorluğunu) olgunluğa götürmekte büyük hizmeti olan Abbas Vesim Efendinin şahsi tecrübeleri ve verem hakkında en son keşiflere yakın araştırma ve incelemeleri vardır. Tıbbı iyice anlayabilmek için fizik, mekanik ve tecrübi kimyayı bilmenin gerekli olduğunu savunurdu. Bu konuda Tıbb-ı Cedid-i Kimyevi adlı bir eser yazdı. Ayrıca deontolojinin (tıp tarihi ve tıp ahlakı) gelişmesine ve uygulama şekline yön verdi. İbn-i Sina gibi eski tabiplerin eserlerinden ve kendi hocalarından öğrendiği bilgilerle, İstanbul'a gelen bazı batılı tabiplerin eserlerinden istifade ederek Düstur-ül-Vesim fi Tıbb-il-Cedid vel-Kadim adlı eserini yazdı. Doğu ve batı tıbbını karşılaştıran ve mükemmel bir külliyat olan bu eser tıb tarihimiz bakımından önemlidir. İki cild ve 2083 sayfadan ibaret olan bu eserin birinci bölümünde baştan sona kadar organ hastalıkları, ikinci bölümünde kadın ve çocuk hastalıkları, üçüncü bölümünde şişler ve ülserler, dördüncü bölümünde basit ve bileşik ilaçlar anlatılmaktadır. 1748 yılında yazdığı bu eserin üç nüshasından biri Bayezid, ikisi de Ragıp Paşa Kütüphanesindedir.
Abbas Vesim Efendinin ikinci önemli eseri Uluğ Bey Zici'nin Türkçe şerhi olan Nehc-ül-Büluğ fi Şerh-i Zic-i Uluğ'dur. Açık Türkçe ile yazılmış olan bu eser, bütün tatbikata ait misalleri, İstanbul arz (enlem) ve tulüne (boylam) göre tertib etmiştir. Eski Türk takvimini incelemiş ve metinde olmayan İbrani ve Rumi takvimlerini ilave etmiştir. Bir derecenin sinüsünü bulmakta, Uluğ Beyin tarif ettiği Gıyasüddin Cemşid'e ait usulü çok güzel izah etmiştir. Bu eserin yazma nüshaları Bayezid Kütüphanesi 4646 ve Kandilli Rasadhanesi Kütüphanesi 247/1 numarada kayıtlıdır. Ayrıca astronomi ile ilgili Risale-i Rü'yet-i Hilal adlı eseriyle şiirlerinin toplandığı Divan’ı ve Risalet-ül-Vefk adlı eseri yanında Macar Georgios'tan tercüme ettiği Vesilet-ül-Metalib fi İlm-it-Terakib adlı bir farmakoloji kitabı vardır.
ADALI HALİL PEHLİVAN
Son devir büyük Türk pehlivanlarından. 1871 yılında Edirne’nin Adaiçi bölgesindeki Kilise köyünde doğdu. Babası Kara Mehmed de meşhur bir pehlivandı. Adalı Halil, babasının teşvikiyle daha küçük yaşta güreşe başladı ve ilk güreş derslerini babasından aldı. Sonra Kırkpınar’da 26 sene başpehlivan olan meşhur Aliço’ya çırak oldu. Ondan güreşin bütün inceliklerini öğrendi. 1.98 boyunda, 125-130 kilo ağırlığında, devrinin en iri pehlivanlarından idi. Koca Yusuf ve Kurtdereli gibi yağlı güreşin ustalarıyla karşılaştı.
Adalı Halil Pehlivan, Kurtdereli Mehmed Pehlivanla beraber Avrupa’ya gidip, orada karşılaştığı bütün rakiplerini çok kısa zamanlarda yendi. Avrupa’da yenmedik rakip kalmayınca Amerika’ya geçti. Orada da bütün rakiplerini kısa zamanda yendi ve “Türk arslanı” diye anılmaya başladı. Hatta bir tanesinin kaburgalarını kırması üzerine halk galeyana gelmiş, ellerinden güç kurtulmuştur. Yurda döndükten sonra kazandığı Kırkpınar başpehlivanlığını 18 yıl korumuştur.
Edirne’de 1927 yılında vefat eden Adalı Halil’in kabri, Kasımpaşa Camii önünde bulunmaktadır. An’anevi Kırkpınar güreşlerine katılan pehlivanların, güreş başlamadan önce Adalı Halil’in kabrini ziyaret etmeleri, gelenek halini almıştır.
ABDÜLEZEL PAŞA
Osmanlı Devletinin son zamanlarında yetişen ve Yunan Harbinde (1897) şehid düşen kıymetli bir komutan. 1827 (H.1243) senesinde Konya’nın Hadim kazasında doğdu.
On altı yaşındayken er olarak orduya girip asker oldu. On iki sene kadar Arabistan’da kalıp, Osmanlı ordusunda sadakatla hizmet etti. Bu sadık ve gayretli hizmetleri neticesinde çok sevilip subaylık rütbesi verildi. 1853’te Hüsrev Paşanın yaveri olarak Kırım Muharebesine katıldı. 1857’de Karadağ, 1868’de Girid isyanlarını bastırmak için vazife aldı. Gösterdiği başarılar üzerine her vazifesinin akabinde bir rütbe, çeşitli nişanlar ve madalyalar verildi. 1872 senesinde binbaşı rütbesi ile Giresun taburuna tayin edildi. Bu taburla birlikte Sırbistan Muharebesine katıldı. Bu seferde, Aleksin mevkiindeki savaşta büyük kahramanlık gösterdi.
Plevne Muharebesine de katıldı. Bu sırada mirliva yani albay idi. Savaşta fevkalade kahramanlık gösterdi. İstanbul’a dönünce, İkinci Abdülhamid Han tarafından göğsüne Plevne madalyası takıldı. Bundan sonra, jandarma teşkilatına tayin edilerek Hicaz’a gönderildi. Bir müddet sonra tekrar İstanbul’a geldi ve paşalığa yükseldi.
Anadolu terbiyesi ile büyüyen ve erlikten paşalığa yükselen bu köylü çocuğu, dinin emirlerine bağlı salih bir müslüman idi. Kur’an-ı kerimi ezberlemişti. Sesi güzel olup, seri okurdu. Yakın dostları onun devamlı hatim okuduğunu ve buna aralıksız elli sene devam ettiğini söylemişlerdir. Memleketi Hadim’i ziyarete geldiğinde, dostlarından birine; “Cenab-ı Hak, hafızlık nimeti ve paşalık gibi iki rütbe bahşetti. Şimdi bir üçüncüsünü istiyorum, o da şehidlik rütbesidir!” diyerek şehid olma arzusunu dile getirmiştir.
Nitekim Abdülezel Paşa, 1897 senesinde vuku bulan Osmanlı-Yunan harbinde, Milona geçidine taarruz eden kuvvetlerin başında savaşırken şehid düştü. Önce Pürnartepe’ye defnedildi. Sonra Alasonya’ya naklolundu. Kahramanlıkları dilden dile anlatılan bu şehid kumandanın kabri üzerine, Sultan Abdülhamid Han bir türbe yaptırdı. | |
| | | BRL
Mesaj Sayısı : 1207 Doğum tarihi : 07/02/94 Kayıt tarihi : 31/03/09 Yaş : 30 Nerden : Bursa Ruh HaLim : Tuttuğu takım : Rep Gücü : Dikkat : Burda ben varım..
Güç Sistemi AktifLik: (10/10) Başarı Puanı: (10/10) GüçLüLük: (10/10)
| Konu: Geri: Osmanlı Ansıklopedısı A C.tesi Nis. 11, 2009 3:24 am | |
| ABDÜLGANİ NABLÜSİ
Osmanlılar devrinde yetişen, alimlerden ve evliyadan. İsmi, Abdülgani, babasının adı İsmail olup, Nablüsi diye meşhur olmuştur. 1640 (H. 1050) senesinde Şam'da doğdu. 1731 (H. 1143)de aynı yerde vefat etti ve oraya defnedildi.
Babası ona küçük yaşta Kur'an-ı kerim okumayı öğretti. On iki yaşına kadar İslam terbiyesiyle yetiştirdi. On iki yaşındayken babası vefat edince, ilim tahsiline başlayıp, zamanın en büyük alimlerinden edebiyat, fıkıh, tefsir, hadis, tasavvuf ve diğer ilimleri öğrendi. Nakşibendiyye yolunu Şeyh Sa'id Belhi'den talim eyledi. Yirmi yaşına geldiği zaman, ders okutmaya, talebe yetiştirmeye ve kitap yazmaya başladı.
Peygamber efendimizi metheden çok güzel bir şiir yazdığında, bazıları bu şiirin kendisine aid olmadığını iddia edip, inanmadılar. Bunun üzerine Peygamber efendimize bağlılığını ifade eden bir şerh (açıklama) ve ikinci bir şiir daha yazdı. Bir müddet sonra insanlardan uzak kalmak, dünyayı terk etmek için evinde inzivaya çekildi. Yedi sene sonra kapısını ilim öğrenmek isteyenlere tekrar açtı. Şöhreti çok yayıldı. Çok uzaklardan akın akın talebeler geldi. Çeşitli ilimlerde iki yüze yakın değerli kitab yazdı. 1664 senesinde İstanbul’a gelip bir müddet burada kaldı ve ders okuttu. Mısır, Bağdad ve Hicaz'a giderek ilminden istifade etmek için koşanlara dersler verdi. Tasavvufta ilerleyip, evliyalıkta yüksek derecelere erişti. Gerek zamanının meşhur evliyasını tanımak ve sohbetlerinde bulunmak, gerekse önceki evliyanın kabirlerini ve mukaddes makamları bulup ziyaret etmek için çeşitli yerlere seyahatlerde bulundu. 1688'de Bika'ya, bir sene sonra Lübnan, Kudüs ve Halilürrahman'a, 1693'te Mısır'a, 1696'da Hicaz ve 1700'de Trablus'a gitti. 1702'de yeniden Şam'a gelerek Salihiyye'ye yerleşti. Şam'daki Selimiyye Cami-i şerifinde ders okutmaya devam etti. Şam’da vefat etti.
ABDÜLHAK MOLLA
Hekim ve şair. 1786 (H. 1201)da İstanbul’da doğdu. 1853 (H. 1270)te vefat etti. Devrinin meşhur şahsiyetlerinden olup, pekçok ilim ve fikir adamı yetiştirmiş bir aileye mensuptur. Babası Osmanlı Devletinde Divan-ı hümayun haceganlığı vazifesinde bulunan şairliği ile de meşhur Mehmed Emin Şükuhi Efendidir.
Abdülhak Molla, büyük kardeşi Behçet Efendi gibi medrese öğrenimi yanında hekimlik (tıp) tahsili de yaptı. Eski sarayda hekim olarak vazife aldı. Halet Efendi hem onu hem de ağabeyi Behçet Efendiyi himaye etti. Ancak aleyhinde bulundukları gerekçesiyle, 1821’de Mustafa Behçet Efendi ile birlikte İstanbul’dan Keşan’a sürüldüler. Küçük kardeşleri Hızır İlyas Efendinin aracılığı ile bir sene sonra affedilip İstanbul’a döndüler.
Abdülhak Efendi bundan sonra Yeni Saray hekimliğine, 1827'de Asakir-i hassa hekimbaşılığına tayin edildi. Medresede yetişmiş olması sebebiyle ona o devrin ilim rütbelerinden Selanik sonra da Yenişehir Mollalığı; 1829’da Mekke payesi, 1832’de İstanbul payesi verildi. 1833’te hekimbaşılığa ve Mekteb-i Tıbbiyye-i Adliyye-i Şahane nazırlığına seçildi. 1836’da Anadolu kadıaskerliği payesi verildi. Fakat aynı sene payesi alınıp, hekimbaşılıktan çıkarıldı. 1839 (H. 1255)da yeniden vazife verilip Anadolu kadıaskeri ve ikinci defa hekimbaşı oldu. 1841’de Rumeli kadıaskerliği payesi verildi. 1845’te hekimbaşılığı vazifesinden ayrıldı. 1847’de Maarif Meclisi başkanlığına ve üçüncü defa hekimbaşılığa tayin edildi. 1852 senesinde de Reis-ül-ülema ünvanı verildi. Bu vazifeyi aldıktan bir sene sonra altmış yedi yaşında iken İstanbul’da Bebek semtinde vefat etti. Sultan İkinci Mahmud Han Türbesinin bahçesine defnedildi.
Abdülhak Molla, hekimliğinin yanında ayrıca şairliği ile de tanınmıştır. Divan edebiyatında kuvvetli şiirleri vardır. Bu şiirleri matbu değildir. Şiirlerinden başka eserleri şunlardır:
1. Tarih-i Liva: Elli bir yaprak olan bu vakayiname, İkinci Mahmud Hanın Rami Kışlasında bulunduğu zamana ait kayıtlardır. Matbu değildir.
2. Rüzname: Yazma olan bu eseri, Sultan İkinci Mahmud Hanın hastalığı ile ilgili olarak hekimbaşı sıfatıyla yazmıştır. O devirde yaptığı tıbbi incelemelerinden bahsetmiştir.
3. Hezar Esrar: Hekimlik ile ilgili bir eserdir. Ağabeyi Mustafa Behçet ile birlikte hazırlamıştır. Bu eser yarım kalmış, bilahare oğlu Hayrullah Efendi tarafından tamamlanıp, 1867’de yayınlanmıştır.
Abdülhak Molla bir takım tıbbi yeniliklerin getirilmesinde ön ayak olmuştur. Hekimbaşı iken Tıbbiyye okulunda yeni bir proje uygulandı. Salgın hastalıklara karşı karantina teşkilatını kurdurdu ve Çiçek aşısı yapılmasını mecburi hale getirdi. Bebek’te kendi yalısında bir eczahane açmış ve burada bir nükte olarak “Ne ararsan bulunur derde devadan gayrı” mısraını levha halinde
Adalı Halil Pehlivan
Son devir büyük Türk pehlivanlarından. 1871 yılında Edirne’nin Adaiçi bölgesindeki Kilise köyünde doğdu. Babası Kara Mehmed de meşhur bir pehlivandı. Adalı Halil, babasının teşvikiyle daha küçük yaşta güreşe başladı ve ilk güreş derslerini babasından aldı. Sonra Kırkpınar’da 26 sene başpehlivan olan meşhur Aliço’ya çırak oldu. Ondan güreşin bütün inceliklerini öğrendi. 1.98 boyunda, 125-130 kilo ağırlığında, devrinin en iri pehlivanlarından idi. Koca Yusuf ve Kurtdereli gibi yağlı güreşin ustalarıyla karşılaştı.
Adalı Halil Pehlivan, Kurtdereli Mehmed Pehlivanla beraber Avrupa’ya gidip, orada karşılaştığı bütün rakiplerini çok kısa zamanlarda yendi. Avrupa’da yenmedik rakip kalmayınca Amerika’ya geçti. Orada da bütün rakiplerini kısa zamanda yendi ve “Türk arslanı” diye anılmaya başladı. Hatta bir tanesinin kaburgalarını kırması üzerine halk galeyana gelmiş, ellerinden güç kurtulmuştur. Yurda döndükten sonra kazandığı Kırkpınar başpehlivanlığını 18 yıl korumuştur.
Edirne’de 1927 yılında vefat eden Adalı Halil’in kabri, Kasımpaşa Camii önünde bulunmaktadır. An’anevi Kırkpınar güreşlerine katılan pehlivanların, güreş başlamadan önce Adalı Halil’in kabrini ziyaret etmeleri, gelenek halini almıştır | |
| | | BRL
Mesaj Sayısı : 1207 Doğum tarihi : 07/02/94 Kayıt tarihi : 31/03/09 Yaş : 30 Nerden : Bursa Ruh HaLim : Tuttuğu takım : Rep Gücü : Dikkat : Burda ben varım..
Güç Sistemi AktifLik: (10/10) Başarı Puanı: (10/10) GüçLüLük: (10/10)
| Konu: Geri: Osmanlı Ansıklopedısı A C.tesi Nis. 11, 2009 3:25 am | |
| Akif Mehmed Paşa
On dokuzuncu asır Osmanlı Devlet adamı ve şairi. 1787 senesinde Yozgat’ta doğdu. Devrin kadılarından Ayıntabizade Mehmed Efendinin oğludur. Altı yaşında iken babası ile hacca gitti. Hac dönüşü ilk tahsiline Yozgat’ta başladı. Tahsilini tamamladıktan sonra Yozgat ayanı Cabbarzade Süleyman Beyin divan katipliğinde bulundu. Süleyman Beyin vefatı üzerine İstanbul’a gitti. Amcası Reis-ül-küttab Mustafa Mazhar Efendinin yardımı ile Divan-ı Hümayun kalemine katip oldu (1814). Başarılı çalışmalarndan dolayı kısa zamanda arka arkaya terfi etti. 1825’de amedci, 1827’de beylikçi, 1832’de de Reis-ül-küttab oldu. Üç sene sonra efendi ünvanı ve vezirlik rütbesiyle Hariciye nazırlığına getirildi. 1836 senesinde hastalığı sebebiyle vazifeden alındı. Bir sene sonra kendisine daima rakip gördüğü Pertev Paşanın azli ile boşalan Mülkiye nazırlığına getirildi. Bir sene kadar bu görevde kaldıktan sonra hastalığı sebebiyle tekrar nazırlıktan alındı ve Kocaeli mutasarrıflığına tayin edildi. Halkın şikayeti üzerine 1840 senesinde azledilerek, önce Edirne’de daha sonra da Bursa’da ikamete mecbur edildi.
Şehzade Abdülhamid Hanın doğumu münasebeti ile sultana sunduğu bir tarih üzerine İstanbul’a dönmesine izin verildi. Süleymaniye’deki konağında ve Boyacıköy’deki yalısında ikamet etti. 1844 senesinde hac farizasını yerine getirmek için Hicaz’a gitti. Hac dönüşü İskenderiyye’de hastalanarak 1845’te vefat etti.
Kindar, kavgacı, ıkbalperest ve geçimsiz gibi sıfatlarla değerlendirilen Akif Paşa, zamanında batı te’sirine tamamen açık olan bürokratların hışmına uğradı. Çevresinde meydana gelen hadiseler sürekli azil ve sürgünler onu çeşitli tepkilere sevketti. Akif Paşanın geçinemediği ve sevmediği en önemli rakibi Pertev Paşa idi. Aralarında geçen çekişmeleri anlatmak ve kendisini temize çıkarmak için Tabsıra adlı eserini yazdı. Ancak, Pertev Paşanın, kendisine düşmanlık beslemediği ve zaman zaman yardım ettiği anlaşılmaktadır. Tabsıra’da öne sürülen suçlamalar, Pertev Paşanın haksız yere öldürülmesine sebeb olmuştur.
Akif Paşanın, devlet adamlığı yanında şairliği ve edebiyatçılığı da meşhurdur. Onun Avrupai Türk edebiyatı ile hiç bir münasebeti yoktur. O, Tanzimat devri edebiyat alemine; ilmini, bir iki değişik şiirini ve özellikle nesirdeki üslub sadeliğini kabul ettirmiştir. Bu durumu, Türk edebiyatının kendi içinde sadeleşip, duygu ve düşüncelerini Türk diline mahsus yerli üslublarla ifade etme hadisesinin bir devamıdır. Buna rağmen hadise, tanzimatçılarca Avrupai bir yenilik gibi görülmüştür. Akif Paşa, torununun vefatı sebebiyle on birli hece vezniyle söylediği lirik mersiyenin, Avrupa şiir tarzı ile hiç alakası yoktur. Bu mersiye bütünüyle aşık tarzında 6+5 veya 4+4+3 duraklı milli hece üslubuyla, halk dörtlükleriyle ve yine halk şiirinin an’anevi yarım kafiyeleriyle söylenmiştir.
Tamamiyle beşeri bir duyguyu dile getirdiği için, sevilen bu mersiyenin Türk halk şiirinde benzerleri vardır. Bu şiir, Fransızca ve İngilizceye tercüme edilmiştir. Bu mersiyenin dışındaki şiirlerini divan şiiri tarzında yazmıştır. Bunlar arasında Adem Kasidesi mühim yer tutar. Paşa bu kasidede; varlıktan nefret eder ve ondan kurtulmaya çalışır. Kasidenin adından da anlaşılacağı üzere onun yokluğa dönüşü mevcudatın yokluktan yaratılma inancına dayanır. Eserin yazılmasında imparatorluğun o günkü hali ve Paşanın başına gelen felaketler de rol oynamıştır. Bütün bunların yol açtığı bedbinlikler eski şiirin mücerred ve süslü ifadesi ile ortaya konmuştur.
Adem Kasidesi: Psikolojik, metafizik ve estetik olmak üzere üç cephe gösterir. Hayattan bıkmış, muzdarip, kötümser görüşlü ve ümidsiz bir ruh halini ortaya koyduğu kaside, zamanında konu yönünden yenilik kabul edilmiştir. Akif Paşanın bu şiirde kullandığı tema daha sonra Hamid ile Recaizade Ekrem ve Servet-i Fünuncular tarafından da işlenmiş, böylelikle Akif Paşa bir yol gösterici olmuştur.
Nesir sahasında, Tabsıra’sında ve Şeyh Müştak’a yazdığı mektubun dilindeki sadelik ve akıcılıkla tanınan Akif Paşa’ya yeni nesrin öncüsü gözüyle bakılmıştır.
Akif Paşanın küçük bir Divan'ı vardır. Bu divan, Münşeat’ı ile birlikte 1843’te İstanbul’da ve 1845’te Mısır’da Münşeat-ı el-Hac Akif Efendi ve Divançe adı altında basılmıştır. Eserin yazma nüshası, Üniversite Kütüphanesi 2597 numarada kayıtlıdır.
Diğer eserleri şunlardır: Tabsıra, Eser-i Akif Paşa (Muhtelif mektupları), Muharrerat-ı Hususiyye-i Akif Paşa, Risalet-ül-Firasiyye ves-Siyasiyye. | |
| | | | Osmanlı Ansıklopedısı A | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|